Cambridge Hatıratı II

2

Dünyanın küresel bir köye dönüştüğünden, her şeyin aynılaştığından söz ediledursun hala özgünlüğünü koruyan, farklılıkları, benzersizlikleri barındıran yerleri görmek güzel. Cambridge de tarihi ve doğal güzelliklerinin yanında İngiliz kültürünü koruyan özgün yerlerden birisi. Kolejler, fakülteler, kiliseler, kütüphaneler, öğrenci yurtları, spor tesisleri, müzeler, parklar ve bahçelerden meydana gelen Üniversite, şehrin ruhunu oluşturuyor. Newton, Einstein, Hawking ve Chomsky gibi bilim adamlarının yayınlarının basıldığı, dünyanın en eski yayınevi olan Cambridge Üniversitesi Yayınevi, Avrupa’dan Asya’ya oldukça zengin bir koleksiyona sahip olan Fitzwilliam Müzesi, nilüferlerin kapladığı gölü ve binlerce bitki türünün bulunduğu Cambridge Üniversitesi Botanik Bahçesi ile ilham verici bir şehir. Her gün çok sayıda etkinliğin yapıldığı bilimin, kültürün ve sanatın merkezi olan bu hareketli şehirde motive edici çok fazla şey var. 12. yüzyıla kadar uzanan tarihi binaların bulunduğu sokaklarda dolaşırken Ortaçağda çekilen bir film sahnesi içinde hissediyor, şehrin ruhunu oluşturan ayrıntıları keşfetmenin keyfine varabiliyorsunuz.

Bir şehri tanımanın en iyi yolu; ona tepeden bakmaktır, diyerek önce şehrin en yüksek tepesinden bahsetmek isterim sizlere. Castle Street’teki (Kale Sokak) Castle Mound (Kale Höyüğü) olarak bilinen şehrin en yüksek tepesinde bir zamanlar Normanlar döneminden kalma bir kalenin olduğu biliniyor. Zamanla hapishane gibi farklı amaçlar ile kullanıldıktan sonra yıkılan kalenin taşları kolejlerin yapım ve onarımlarında kullanılmış. Bugün kaleden pek eser kalmasa da güzel havalarda merdiven basamaklardan çıkıp şehrin muhteşem manzarasının seyredildiği bir yere dönüşmüş durumda. Bu tepeden şehir merkezine doğru inen sokak şehrin en yoğun olduğu ana caddeye çıkmaktadır. Kolejlerin ve tarihi mekânların çoğuna bu cadde üzerindeki sokaklardan ulaşılabiliyor.

Şehirdeki en eski yapılardan birisi Round Church (Yuvarlak Kilise) olarak biliniyor. 12. yüzyıldaki Normanlar döneminden kalan ve üniversite kurulmadan önce şehrin simgesi olarak görülen kilise bugün Anglikan Kilisesi için oldukça mühim bir yere sahiptir. Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi temel alınarak, yuvarlak planda inşa edilen kilise, belirli saatlerde turistlerin ziyaretine açıldığı gibi, sanattan teknolojiye farklı içeriklerde seminer ve konferans gibi etkinliklerin düzenlendiği bir mekân olarak da kullanılmaktadır.

Tarihi yapılardan oluşan kolejleri de belirli ziyaret saatlerinde ücret karşılığında gezebiliyorsunuz. Mimarisi ve tarihi ile şehre gelen turistlerin en çok ilgisini çeken kolej King’s Koleji ve Şapeli’dir. 15. yüzyıldan kalma Şapel, yelpaze tonozlu tavanı, kemerli yüksek pencerelerindeki vitrayları ile İngiliz Gotik mimari üslubunu temsil eden şaheserler arasında sayılmaktadır. Cambridge şehir merkezindeki dini yapıların dışındaki binaların pek çoğu 15-16. yüzyıldaki Tudor mimarisinin 19. yüzyılda yeniden canlandırıldığı Tudor Revival tarzda; yüksek üçken çatılı, yarı ahşap yapılardan oluşmaktadır. Bu yapılar bugün kafe, kitapçı, ikinci el ürünlerin satıldığı dükkânlar olarak İngiliz şehir dokusunu yansıtmaktadır.

Cambridge’de keyifli zaman geçirebileceğiniz yerlerin başında Fitzwilliam Müzesi gelmektedir. Şehrin en büyük müzesi olan Fitzwilliam diğer sanat galerileri ve müzeler ile Cambridge Üniversitesi işbirliğinde çalışmaktadır. 19. yüzyılda inşa edilen Neo-klasik üslupta; yüksek merdivenli, sütunlu ve üçgen alınlıklı girişi ile şehirdeki en anıtsal yapılardan biri olmasının yanında oldukça zengin sanat koleksiyonuna sahiptir. Mısır mumyalarından Antik Yunan amforalarına, Rönesans’ın usta sanatçısı Titian’dan Modern sanatın babası sayılan Cézanne’a, arkeoloji ve sanat tarihinin başyapıtlarının sergilendiği bu müzeyi bir günde gezmek tarih tutkunlarına ve sanatseverlere yetmeyecektir. Her hafta ilgi çekici konferans ve seminerin düzenlendiği müzede ders çalışabileceğiniz oldukça cezbedici bir de kafeteryası bulunmaktadır.

Çalışmaktan söz etmişken Cambridge Üniversitesindeki kolejlerin ve fakültelerin her birinin kendi kütüphanesi ve çalışma alanları olduğu gibi üniversite kütüphanesi de oldukça görkemli yapısı ve zengin kaynakları ile ününü hak ediyor diyebilirim. 8 milyondan fazla; kitap, el yazması, makale, diğer belge ve arşiv materyallerine sahip Cambridge Üniversitesi Ana Kütüphanesi’nin ana giriş cephesinde yüksek bir fabrika bacasını andıran, 17 katlı kule bulunmaktadır. Kulede yasaklı ve önemsiz kabul edilen eserler saklanmaktadır. Uzun yıllar erişime kapalı kalan kule birkaç yıl önce kullanıma açılmıştır. Koridorlarında, katlarında kaybolmayı başarabileceğiniz kadar büyük, farklı tasarımlarda geniş çalışma alanları, ve zengin kaynakları ile araştırmacıların vakitlerinin büyük bölümünü keyifle geçirebilecekleri bir kütüphane. Mola zamanında dinlenip bir şeyler atıştırmak için gidebileceğiniz Tea Room (İngilizlerin kahve yerine çaya düşkünlükleri buradan belli dedirten) adıyla hoş bir kafeteryası da bulunan kütüphanenin en kötü yanı pazarları kapalı ve diğer günlerde de oldukça erken bir saatte (19:00) kapanıyor olması. Bu arada Korona virüs sebebi ile uzaktan eğitime geçen Cambridge Üniversitesi dünyanın farklı yerlerindeki öğrencilerinin ulaşabilmesi için kütüphanesindeki kaynaklarını online erişime açmış bulunuyor. Ayrıca kütüphanede yer alan Cambridge’deki kadınların hikâyelerini anlatan; “The Rising Tide: Women at Cambridge” adlı sergi de sanal olarak gezilmeye açılmıştır.

Adını Cam Nehri ve Bridge (köprü) isimlerinin birleşiminden alan Cambridge’in nehir ve üzerindeki köprüleri şehrin diğer doğal ve tarihi güzelliklerini oluşturmaktadır. Kıvrılarak akan Cam Nehri üzerindeki köprülerde yürümek, nehrin etrafındaki tarihi kolej binalarını ziyaret etmek ve gün batımını izlemek şehrin turistik aktivitelerinin başında yer almaktadır. Buna ek olarak kayıkla yapılan punting adını verdikleri nehir turu da üniversite dışında şehrin tanıtımına katkı sağlayan bir aktivitedir. Öğrencilerin yarı zamanlı çalıştığı bu turlarda, uzun çubuklarla iterek kullandıkları kayıkta, gezi sırasında turistlere Cam Nehri üzerindeki köprülerin ve kolejlerin tarihi bilgileri verilir. Queens’s Koleji’ne bağlı Matematik Köprüsü olarak bilinen, matematiksel hesaplama ile hiç çivi kullanılmadan yapılan ahşap köprü en çok merak edilen köprüler arasındadır. St. John Koleji’ni bağlayan 1831 tarihli Sighs Köprüsü ise Victoria dönemi Neo-Gotik mimari üslupta kapalı bir köprüdür. Bu köprü Kraliçe Victoria’nın Cambridge’e geldiğinde ziyaret etmeyi en çok sevdiği yer olarak bilinmektedir.

Kolejlerin arka cepheleri, the Backs dedikleri nehrin kıvrılarak aktığı, bahçelerin ve yürüyüş alanlarının olduğu parklara açılmaktadır. Biraz soluk almak, kitabınızı alıp doğanın içinde okumalar yapmak için keyifle kaçabileceğiniz bahçelerden daha önce pek çok bilim adamının geçtiğini hayal etmek de oldukça ilham vericidir.

Gündüzü dersler ve araştırmalar ile geçiren akademi dünyası akşamları Formal Hall dedikleri geleneksel akşam yemeklerinde bir araya gelmekteler. Davetlerde eğitimciler ve öğrenciler bir arada sosyalleşme ortamı bulurlar. Bu davetlerin amacı; öğrencilerin yeni iletişim ağları kurarak farklı disiplinlerden ve bağlı oldukları kolejlerin çalışmalarından haberdar olması ve sadece öğrencilik değil bir yandan da profesyonel hayata hazırlanmalarına katkı sağlamaktır. Bu yemeklerin en ilgi çekici yanı öğrenci ve akademisyenlerin fazlaca şık ve resmi kıyafetler giyerek, bağlı oldukları kolejlere ait gowns adını verdikleri siyah cübbeleri ile katılmak zorunda olmalarıdır. Zaten tarih kokan şehir, karanlıkta sokakları dolduran siyah cübbeli gençlerle de Harry Potter film setindeymiş gibi hissettirir.

Cambridge’de nüfusun büyük kısmını oluşturan öğrenci ve turistlerin dışında yerel İngiliz halkının büyük bir bölümü üst sınıftan oluşmaktadır. Ekonomiye, mesleğe ve eğitime bağlı sınıf ayrımında üst sınıf halkın konuştuğu Kraliyet İngilizcesi dedikleri kibar, havalı anlamındaki Posh İngilizce’den, tüm yaşamları görgü ve nezaket kurallarına göre şekillenmiştir. Kızarken ve olumsuz bir şeyler söylerken dahi nezaketli, zarif bir üslupta özür ve teşekkür ifadeleri ile konuşuyor olmalarından gerçekte ne söylediklerini ve düşündüklerini bile anlamadığınız zamanlar olabiliyor. Yüksek lisansım için 4 yıl Amerika’da yaşadıktan sonra İngiltere’de yaşamak farklı olmasa gerek diye düşünüyordum ancak öyle olmadığını gördüm. Evet, Amerikalılar da nezaket konusunda hassastırlar, tanımasa da selam veren, yol vermeyi, teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi seven insanlardır ancak Amerika’nın gevşek ve rahat yapısına tezat fazlaca kuralcı ve kibirli bir İngiltere ile karşılaşmak şaşırtmadı diyemem. Bilhassa da asalet kokan aksanlarına alışmak biraz zaman aldı tabi.

İngilizlerin soğuk ve burunları havada insanlar olduklarına dair klişe sözleri kimi zaman hak ettiklerini düşündüren tavırları da yok değil. Özellikle milliyetçi İngilizlerin dilleri söz konusu olduğunda övünç dolu, üstünlük duygularını görebileceğiniz konuşmalarına şahit olabiliyorsunuz. Dillerindeki aksanlara çok fazla takılan İngilizler, Kraliyet aksanı dışında konuşulan (Cockney, Yorkshire, Welsh gibi bölgesel aksanlar da dâhil) İngilizce’yi İngilizce bile kabul etmiyorlar. Kraliyet aksanı ile konuşan bir İngiliz’in, Polonya ve Welsh aksanı ile konuşan bir grupla aksanlarından dolayı İngilizce olmayan başka bir dil konuşuyorlar diyerek çok rahat alay edebildiğini gözlemlediğim İngilizler’in bu konuda fanatik olduklarını söyleyebilirim. Ayrıca meşhur İngiliz mizah anlayışı da zaman zaman gerçekten soğuk olabiliyor. Özellikle de ırk, din, dil farklılıkları üzerinden yaptıkları esprilerde aşağılama ya da iğneleyici bir yanı var mı diye düşünmeye sevk ettiren, kimi zaman irrite edici İngiliz mizah üslubu da yaygın karşılaştığım tutumlar arasında sayabilirim.

Birçok İngiliz’in üstünlük duygusunun fazla olmasından dolayı garsonluk, bulaşıkçılık, temizlik işleri gibi hizmet sektörlerinde çalışmayı tercih etmediklerini, bu tür işleri çoğunlukla göçmenlerin yaptıklarını duymuştum. Bir yanda üstünlük duygusu ile mesleklerini belirleyen İngilizler, diğer yanda sokakta yaşamayı tercih eden İngilizler. Evet, Amerika gibi İngiltere de evsizlerin ülkesi aslında. Cambridge gibi küçük bir şehirde dahi marketlerin, restoranların, alışveriş yerlerinin önleri evsizlerle dolu. Gündüzleri müzik yaparken ya da kitap okurken, akşamları da kaldırımlarda, merdivenlerde kartonlar üzerinde yatarken görebileceğiniz evsizler öğrencilerin, yardım kuruluşlarının getirdikleri ile besleniyor, bağışlanan paralar ile geçiniyorlar.  Dilenirken bile nezaketi bırakmayan, teşekkür ve özür ifadelerini eksik etmeyen İngilizlerin sokakta kalan evsizleri bile okuma sevdalısı.

Genel olarak, tarihi dokusu yemyeşil doğası ile bütünleşen bu küçük ama sıcak şehre çabuk alışıyorsunuz. Akademik ve kişisel gelişiminiz için çeşitli imkânlar sunan, yurt dışı tecrübesi için de ideal yerlerden birisi. Farklı inanç, ırk ve kültürden insanlar ile bir arada uyum ve saygı ile yaşamayı öğreten çok renkli bu şehirdeki seyahatimden kısa izlenimlerim bu kadar. Şimdi sıra, sayısız kıymet ve değerlerini özlediğim güzel Türkiye’mize öğrendiklerimle faydalı olmakta.

Önceki İçerikBektâşîlik Tarikatı Ve Biz
Sonraki İçerikSöylem ile Eylemi ‘Bir’ ve ‘Beraber’ Olmak
1985 yılında Yozgat, Yenifakılı’da doğdu. 2003 yılında Aydın Söke Lisesi’nden, 2009 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde yüksek lisansını yaparken kazandığı Milli Eğitim Bakanlığı Bursu ile 2011 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. 2015 yılında Univerity of Alabama at Birmingham’de “Orientalism Redux: Inci Evine's Harem” (Yeniden Canlanan Oryantalizm: İnci Eviner’in Haremi) başlıklı teziyle Sanat Tarihi yüksek lisansını aldı. 2015-2017 yıllarında Bursa Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde memur olarak görev yaptı. 2019 yılında kazandığı Erasmus bursu ile staj ve araştırma yapmak için altı ay the Woolf Institute, Cambridge’de bulundu. Şu an Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta ve Felsefe Tarihi doktora öğrenimine devam etmektedir.

2 YORUM

  1. Tebrik ediyorum sevgili hocam.
    Bu kadar kısa bir zaman diliminde,
    Oradaki günlük yaşamı her yönüyle içselleştirerek o kadar güzel detaylıca anlatıyorsunuzki sanki on yolların yaşanmış birikimini okur gibiyim. Okurken sanki sokaklarında müzelerinde geziyor, dünyanın çok çeşitli bölgelerinden gelmiş insanlarla selamlaşıyor hatta onlarla sohbet ediyormuş gibiydim…

  2. Çok güzel bir seyahatname olmuş. Elinize sağlık. Her iki yazınızı da zevkle okudum. Akademik hayatınızda başarılar dilerim.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here