Cambridge Hatıratı I

0

Bambaşka kültürleri ve coğrafyaları tanıtmaya uzakları yakın eden anlatılara ben de İngiltere-Cambridge seyahat izlenimlerimi meraklısı ile paylaşarak katkı sağlamak istiyorum. Sanat, din ve felsefe tarihinin derin ve zengin kuyusunda eğitimim ve akademik kariyerim için daha verimli olacağı düşüncesi ile yurt dışında staj ve araştırma yapmaya karar vermiştim. Bu gayeyle yolumun Woolf Enstitüsü gibi dini ve kültürel yapılar üzerine çalışan bir merkezde, üstelik Cambridge gibi akademik zenginliğin yoğun olduğu bir şehirde kesişmesiyle güzel bir fırsat yakalamıştım. Enstitü ortamını, Cambridge Üniversitesini ve İngiltere izlenimlerimi aktarmadan önce kazandığım bu fırsatı değerlendirebilme imkânı sunan Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü ve görev yaptığım İlahiyat Fakültesi Dekanlığına her türlü destek ve teşvikleri için teşekkürlerimi sunmak isterim.

Doğup büyüdüğüm topraklardan uzakta, bambaşka bir ülkeye taşınmak daha önce de deneyimlediğim bir durumdu, ancak elbette her yeni taşınmanın beraberinde getirdiği heyecanı ve endişeyi taşıyordum bende. Bir yılı bulan aksaklıklar ile dolu gidiş sürecinden, Pandemi sebebiyle dönmek zorunda kaldığım karantina günlerine, İngiltere serüvenim macera doluydu diyebilirim. Bu yazıda 2019’un Ekim ayında gittiğim Cambridge’deki keyifli ve öğretici çalışma ortamından, akademideki izlenimlerime ve İngiliz insanına dair seyahat serüvenime yer vereceğim.

Cambridge, Birleşik Krallık’ın East Anglia Bölgesi’nde Cambridgeshire vilayeti içinde küçük güzel bir şehir. Adı ile meşhur üniversitesi, tarihi dokusu, doğası, bilim, kültür ve sanata katkıları, Londra’ya bir saat uzaklığı ile öğrencilerin ve turistlerin ilgisini cezbediyor. Oxford Üniversitesi’nden ayrılan bir grup akademisyenin 1209 yılında Cambridge’e kaçarak kurdukları Cambridge Üniversitesi, Oxford Üniversitesi’nin “Tanrı benim ışığımdır.”’a karşılık “Buradan ışık ve kutsallık doğar.” sloganı ile pek çok konuda hiç bitmeyen bir rekabet içerisindedirler. Dünyanın en prestijli ve başarılı üniversitelerinden biri olması, şehrin neredeyse tamamını kampüs ortamına dönüştürmüştür.

Cambridge Üniversitesi geleneksel üniversitelerden farklı olarak kolejler sisteminden oluşmaktadır. Üniversitede okumak için önce her biri kendi aralarında ekonomik gücünden akademik çevresine, yurtlarından yemek servislerine rekabet halinde olan kolejlerin birinden kabul almak, sonra fakülteye yerleşmek gerekmektedir. Oxford Üniversitesi ile rekabeti gibi 31 kolej arasında da başarının tetikleyicisi kabul ettikleri yarışı her konuda ve ortamda dile getirdiklerini görürsünüz. Paralı olan eğitim için öğrencilere kolejler tarafından burs imkanları da sunulmaktadır.

Araştırma yapmak üzere bulunduğum Woolf Enstitüsü de Westminster Koleji’nin bahçesinde Kraliçe Elizabeth’in kızı Prenses Anne’nin patronu olduğu, kampüsteki akademik zenginliğe katkı sağlayan eğitim ve araştırma merkezlerinden birisi. Enstitü İngiltere ve dünya genelinde insanların dini farklılıklarla akademik bir çerçeve ve alan sağlayarak pozitif bir şekilde başa çıkabilmelerini hedefliyor ve bu anlamda özellikle İbrahimî dinler ile ilişkili projelere yer veriyor. Bu çalışmalar arasında; İngiltere’deki etnik köken, milliyet ve dine dayalı yerel hoşgörüsüzlüklerin bölgelere göre haritalanmasından, Ortaçağ metinlerindeki Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ilişkilerine, İstanbul’daki göçmen Suriyeli müzisyenlerin çok kültürlü ortamdaki çevresel yapıları ve kimliklerine dair farklı disiplinlerden araştırmalar yer almaktadır. Staj ve doktora çalışmalarımı gerçekleştirmek üzere gittiğim bu enstitüde beklemediğim kadar sıcak ve samimi bir ortam ile karşılaştım. İlk hafta gerçekleştirilen oryantasyonda, enstitüdeki proje ve programlardan, şehir ve ülkeye dair ihtiyacım olabilecek her türlü bilgiyi edindim. Oldukça başarılı ve donanımlı kadrosunun yanında farklı şehirlerden ve ülkelerden gelen misafir araştırmacılar ile dayanışma ruhu ve iş birliği içinde çalışma imkânım oldu.

 

Güz ve bahar ders dönemlerinde enstitüdeki lisansüstü öğrencilere yönelik “Ortadoğu Çalışmaları: Müslüman-Yahudi İlişkileri” derslerine katılma fırsatı buldum. Ders kapsamında haftalık okumalar ve sunumlar dışında dersin hocası Dr. Esther Miriam Wagner’ın eşliğinde kendisinin uzmanlık alanı olan Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki Taylor-Schechter Kahire Genizah Koleksiyonu’nu görme şansım oldu. Dünyanın en büyük ve en önemli Ortaçağ Yahudi el yazmaları koleksiyonu olan Kahire Genizah Koleksiyonundaki resimlerin ve şekilli yazıların ilgimi çekmesi üzerine daha önce detaylı olarak hiç çalışılmamış olan resimleri Dr. Wagner’in teklifi üzerine çalışmaya başladım. Eylül 2020’de enstitüde açılması planlanan, koleksiyondaki resimlerin yer aldığı serginin küratörlük görevini de almış bulundum. Bu sergi, 14. yüzyıldan 19. yüzyıla uzanan, Ketubah resimlerinden (Yahudi evlilik sözleşmesi), Kelile ve Dimne betimlemesine, sayfa kenarı süslemelerinden sihir, büyü, muska içerikli resimli ve şekilli yazıların yer aldığı farklı konulardaki Yahudi resim geleneğine ışık tutmayı hedeflemektedir. Ayrıca enstitüde açılan yardımcı küratör olarak görev aldığım “Kilise Fotoğrafları Sergisinde” hem sanat tarihi kariyerim hem de Genizah Koleksiyonuna ait resimlerle gerçekleştireceğim sergi çalışmam için önemli bir deneyim edinmiş oldum. Güz döneminde Cambridge Üniversitesinin 12.sini düzenlediği Cambridge Festival of Ideas’da (Cambridge Fikir Festivali) bilim, sanat ve sosyal bilimler dallarında önemli fikirlerin, araştırmaların yer aldığı tartışma, konuşma, workshop ve sergi gibi etkinliklere katılarak akademik çeşitliliği ve yaratıcı fikirleri gözlemleme olanağım oldu. Kitap tanıtımları, konferanslar, seminerler gibi Cambridge’in hiç bitmeyen etkinlik takviminde düzenlenen projelere katılarak farklı disiplinlerden uzmanlar ile tanışma şansım oldu.

İngiltere’de yaşayan Müslüman ve Yahudi kadınların İslamofobi ve antisemitizme karşı rol almak üzere, farklı şehirlerinden bir araya gelerek kurdukları Nisa-Nashim[1] Grubunun enstitüde düzenlediği iki günlük panelde görev almak da benim için farklı bir tecrübeydi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını gerçekleştirdiği, Avrupa’nın ilk çevre dostu camisi olan Cambridge Cami ziyaretine rehberlik ederken İngiltere’deki Müslüman ve Yahudi kadınların hayatlarını, kaygılarını dinleme fırsatı buldum. Aralarında daha önce Hıristiyan veya Yahudi iken Müslüman olmuş kadınların ilginç öykülerini dinlemek oldukça etkileyiciydi.

“Yıllık Araştırma Günü”nde ve “6 Dakikada Sunumlar Projesi”nde müzikten mimariye, Kudüs’ten İstanbul’a, dinler ve kültürlerle ilişkili farklı disiplinlerden araştırmacıların enstitüdeki sunumlarını dinlemek keyifli ve fikir vericiydi. Her pazartesi sabah 10:00’da başlayan, enstitü yönetimi, çalışanlar ve araştırmacıların (şehir ve ülke dışındakilerin görüntülü konuşma ile katıldıkları) bir araya gelerek  haftalık planların, proje aşamalarının paylaşıldığı, hafta boyunca gerçekleştirilecek program için görev paylaşımlarının yapıldığı takım toplantısı ile kurumda birlik içinde, disiplinli çalışabilme ortamı sağlanıyordu. Toplantının ardından gelen haftalık yangın alarmı denemesi de haftanın ritüelleri arasında sayılmaktaydı. Yangın alarmını özellikle ekliyorum çünkü İngilizler’in yangına karşı hassasiyetlerine değinmeden geçemeyeceğim. Pandemi döneminde bile soğukkanlı ve umursamaz olduklarını gözlemlediğim İngilizleri sanıyorum ki en çok korkutan şey yangın olmalı. Binaların içinde odalarda “yangın kapısıdır, kapalı tutunuz” gibi ifadelerin olduğu, ateşe karşı korumalı kapıların yer almasına, evlerde ve iş yerlerinde düzenli olarak denetlemelerin yapılmasına önem veriyorlar. Acil çıkış kapılarının önünde kısa süreliğine bile, oturulmasına ya da durulmasına müsaade etmiyor, hemen uyarıyorlar. Yangın konusunu bu kadar önemsemelerine şaşırıyordum ki yanlışlıkla çalan yangın alarmını birkaç dakika içinde durduramadığımız için çok kısa sürede enstitüye gelen polis arabasını görmemle ne kadar hassas ve dikkatli davrandıklarına bir kez daha şahit olmuştum.

Yangın alarmları ve Kasım-Aralık aylarındaki sellerden sonra İngiltere’de bitmeyen alarmlı günlerden biri de Şubat’ta bir kaç gün süren Ciara Fırtınasıydı. Fırtınada turuncu alarm verilmesiyle bölgedeki uçuşlar iptal edilmiş, deniz, kara ve tren yollarındaki ulaşımlarda da pek çok aksaklıklar yaşanmıştı. Türkiye’den ve İtalya’dan gelen misafirlerimle tren istasyonunda mahsur kaldığımız fırtınada pek çok ağacın devrilerek araç ve binalara zarar verdiğine şahitlik etmiştik.

Afetlerin ve Kraliçe ile Prens torun arasındaki Kraliyet içi çalkantıların dışında ülkede konuşulan bir diğer önemli konu Brexit referandumunun sonunda İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması olmuştu. Demokratik bir toplumun en temel haklarından olan “ifade özgürlüğüne” çok önem veren İngiltere’nin Brexit sürecinde, ifade özgürlüğünün sınırını fazlaca tartıştıklarını gözlemledim. Brexit ile ırkçı ve sağcı grupların yükselişe geçtiği, ifade özgürlüğünün sınırsız olduğunu savunan bu gruplar tarafından Müslüman ve göçmenlere karşı olumsuz tutum ve saldırıların arttığı konuşuluyordu.

İfade özgürlüğüne değinmişken, son yıllarda gündem olan İngiliz akademisindeki sorunlara çözüm arayan ve haklarını iyileştirmek isteyen akademisyenlerin grevlerine değinmeden geçmek istemem. Cambridge’de Üniversite ve Kolej Sendikası (UCU) 20 Şubat-13 Mart arasında çoğu hocanın destek verdiği haftada iki gün derslerin iptalini içeren bir grev gerçekleştirdi. Çalışma saatleri, emeklilik şartları, maaşların düşük olması, akademideki ırk ve cinsiyet ayrımları gibi sorunlara çözüm arayan sendika, İngiltere genelinde eylemler yaparak şartları iyileştirmek istemiştir. Oxford ziyaretimde yönetim binası olarak kullanılan Clarendon Binasının etrafını ve tüm caddeyi kapatan oldukça büyük bir kalabalığın eylemine de şahit olmuştum.

Korona virüs vakalarının İngiltere’de giderek artması, Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilan etmesi ile akademideki çalkantılara bir de bu eklenmişti. Mart ayının ikinci haftasından itibaren konferanslar, sunumlar tüm toplu etkinlikler önce ertelenmeye sonra iptal edilmeye başlanmıştı. Akabinde kolejler kapatılmış, yurtlarda kalan öğrencilerin şehirlerine, ülkelerine dönmeleri ve eğitime uzaktan devam edilmesi kararı alınarak, kurumlarda hızlı bir şekilde evden çalışma düzenine geçilmişti. Bu süreçte hastalığa karşı oldukça sakin ve biraz da umursamaz davranan akademi çevresi Başbakan Boris Johnson’ın tutumu ile benzer bir yaklaşım içindeydi. Hastalığı bilimsel kanıtları ile açıklamaya çalışarak hafife alan İngilizlerin, alışveriş yerleri ve marketlerinde sakinlikten ve umursamazlıktan eser yoktu. Bir gün içinde büyük bir panikle alışveriş yerlerine yönelen halkın tedbirsiz ve rahat tavırlarına karşın stoklama çabaları beni fazlası ile şaşırtmıştı. Haberlerde sıkça gördüğümüz makarnadan temizlik ürünlerine belirli ürünlerin yer aldığı rafların haftalarca boş kalması, temel ihtiyaçlara ulaşamayanların gerginliği İngiltere’nin başka bir yüzünü göstermişti.

Son olarak ülke içindeki ulaşımların askıya alındığı bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğunun kontrolünde, İngiltere’deki vatandaşlarımızla birlikte büyük risk ve zorluklara rağmen özen ile dönüşümüzün sağlandığı yolculuk ve tedbir sebebiyle kaldığımız yurtlardaki karantina günleri de dahil olmak üzere başından sonuna unutulmaz anılar ve arkadaşlıklar biriktirdiğim macera dolu bir yolculuktu diyebilirim.

[1] Nisa Arapça’da,  Nashim İbranice’de kadın anlamındadır.

Önceki İçerikSahi, Bunlar Neyin Peşinde!?
Sonraki İçerikAraftakiler
1985 yılında Yozgat, Yenifakılı’da doğdu. 2003 yılında Aydın Söke Lisesi’nden, 2009 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde yüksek lisansını yaparken kazandığı Milli Eğitim Bakanlığı Bursu ile 2011 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. 2015 yılında Univerity of Alabama at Birmingham’de “Orientalism Redux: Inci Evine's Harem” (Yeniden Canlanan Oryantalizm: İnci Eviner’in Haremi) başlıklı teziyle Sanat Tarihi yüksek lisansını aldı. 2015-2017 yıllarında Bursa Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde memur olarak görev yaptı. 2019 yılında kazandığı Erasmus bursu ile staj ve araştırma yapmak için altı ay the Woolf Institute, Cambridge’de bulundu. Şu an Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta ve Felsefe Tarihi doktora öğrenimine devam etmektedir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here