Mektup

0

Sevgili dostum;

Evvela zatınız için hayır ve afiyet, milletimiz için birlik ve dirlik, devletimiz için huzur ve güven dilerim.  Bana son günlerde cereyan eden bir tartışmaya dair sorular soruyorsun. Belli ki bu konuda ne düşündüğümü merak ediyorsun. Öncelikle teşekkür ederim; insan sevdiğine, güvendiğine, değer verdiğine sorular sorar, bilgi almak, bir bakış inşa etmek, anlayış geliştirmek ister.

Haklısın, bu cereyan eden tartışamaya dair bir fikir sahibi olmamız lazım. Öncelikle bir hususu belirteyim: Yıllardır bir alan içerisinde çalışıyor, eserler veriyor, öğrenci yetiştirmek için çaba sarf ediyorum. Rabbim lütfetti; bir fakülte, birkaç araştırma merkezi ve ilmî dergiler kurmak da nasip oldu. Fakat bunca çabaya rağmen her akşam, ne kadar da çok eksiğim var diye hayıflanırım. İlim sonsuz bir deniz, biz oradan, Mevlana’nın deyimi ile ancak kabımızın alacağı kadar nasiplenebiliyoruz.

Bunları şunun için anlatıyorum: İlim, evvelemirde insana acziyetini öğretiyor… Eksikliğimizi. Daha çok çalışmamız ve üretmemiz gerektiğini öğretiyor. En önemlisi de öğrendiğimiz hakikatleri yaşamayı… Malumat elde edilir; bunun için gayret edersiniz, öğrenirsiniz. Esas olan, o malumatı yani bilgiyi düşünceye; diğer bir ifadeyle hakiki ilme dönüştürmektir. Bu da ancak yaşamakla olur. Hak, söylediklerini yaşayan, tecrübe edenlerden eylesin.

Burada bulunan cümle dostlarım, değerlidir, muhteremdir. Bana ilim yolu nasip oldu diye, hayatın başka alanlarında çalışan ve üreten arkadaşlarıma “yukarıdan” bakamam. Bilirim ki benim tecrübe etmediğim nice tecrübelere sahiptir o. Kimseyi küçük görmemek, temel şiarımız olmalı. Keza hiçbir hadiseyi de küçük görmemeliyiz. Bizim dostlarımız meselelere böyle bakar, böyle görür.

Şimdi son bir haftadır mütemadiyen bir tefsir hocasının yaptığı açıklamaya ilişkin benim de görüşümü, konuya yaklaşımımı talep eden dostlarım var. Onlara diyorum ki ben ilm-i tefsirin temel meselelerinde yetkin biri değilim. Bu konuda ehil olanlar, ilmî perspektifle cevap vereceklerdir. Nitekim bazı âlimlerimiz gerekli cevapları veriyorlar. Bilhassa usul bilgisine sahip ilim adamlarımızın verdikleri cevapları görüyor, mutlu oluyorum. Bendenizin sınırını bilen bir tâlib olarak vahyin mahiyetine ilişkin zihni berraktır: Kur’an-ı Kerîm, lafzı ve manasıyla vahiydir… Burada lafız ve mana birbirinden tefrik edilemez; etle tırnak gibidir.

Keza şunu da bilirim: İlim, evvela edeptir. Nezahet-i lisan… Muhatabın kim olursa olsun, tevazu ile cevap verebilmendir. Eğer karşıdaki anlamıyorsa, susmandır edep. İlla konuşacak ve varlık göstereceksen de temiz bir dille konuşman iktiza eder. Ötekileştiren, hakaretamiz ve düşmanca ifadeler ilim diline uymaz. Evet, ilim tenkittir. Âlim biraz da münekkit olmalı. Lakin münekkit, tenkide de açık olmalı. İlim ahlakı bunu gerektirir. Sen âleme nizam ver, halkın inancını ve değerlerini tahfif, muhataplarını tezyif et; ama sana dönük bir söz söylendiğinde feverana başla. Âdil olmamız lazım. İlim adamının adaleti, mütehammil olmasıdır. Bu anlamda bizim ivedilikle sahip olmamız gereken şey, tesâmühtür. Müzakere ve tenkit, ancak müsamaha ortamında faydalı olur. Mugalata yapmak için değil, hakikati aramak için konuşmaktan söz ediyorum.

Evet, herkesin meselelere yaklaşımı ve üslubu farklı olabilir. Sen sana uymayan bir fikirle bağıra çağıra meydan okurcasına mücadele edersin; anlarım, kul hakkına girmedikçe takdir de ederim… Ama ben de kendimce cevap veririm. Bundan dolayı da senin beni kınamaman gerekir. Mesela bu hadisenin ilk ortaya çıktığı günlerde bendeniz kendi kanallarımda, “İnsan haddini bilmeli… Hususen de ilim adamları daha çok bilmeli.” dedim. Çünkü burada iki taraflı bir hadsizlik var. İlkin açıklamayı yapan hocanın, o kısa videoda kullandığı dil… Bakınız düşünce ve inanç demiyorum; evvela dil problemli, orada nezaket ve letafet yok, haddi aşma var. İkinci olarak onun beyanına karşı yapılan açıklamalarda kullanılan dil; orada da ciddi sorunlar var. Kavl-i leyyinle konuşması emredilenlere ne oluyor da yıkıp döküyorlar? Doğrusu, halkı ifsat eden düşüncelere karşı çıkıp reddiye yazmaktır. Bizim kültürümüzde bu vardır. Mesela Namık Kemal’in Renan’a Reddiyesi (Renan Müdâfaanâmesi)’ni çoğumuz hatırlarız. Sadece Kemal yazmadı, o dönemin dertli münevverlerinin her birisi birer reddiye yazdılar. Fikre karşı, eğer orada fikir var ise fikirle cevap verirsiniz; bağırıp çağırmak, bir bakıma acziyet işaretidir.

Öte yandan bu bahse konu mesele, açıklamayı yapan kişinin ifadesiyle, iki sene öncesinde cereyan eden bir hadiseymiş, daha evvel de benzeri bir şekilde gündeme gelmiş. Doğrusu bendenizin pek ilgi alanında olmadığı için hatırlayamadım. Niçin gündeme geldi? Nasıl geldi? Kim getirdi? Neler oldu? Bilemiyorum. Ben kendi gündemimle meşgulüm; her şeyi takip etmek ve her konuya müdahil olmak zorunda değilim. Peki, mahrem bir ortamda yapılan bir münakaşanın –münazara olmadığı ifadelerden anlaşılıyor-  şu günlerde yeniden gündeme gelmesinin anlamı nedir? Niçin yeniden gündeme getirildi? Kimdir o bahse konu olan “dost meclisi”nde bulunanlar? Muratları nedir? Birisinin yıldızını mı parlatmak istiyorlar? Yeni Molla Lütfiler mi oluşsun arzusundalar? Yoksa dinî düşünce ve zihniyete bir yön mü tayin ediliyor? Bir şeyler mi planlanıyor? Yahut memleketin münevverlerini bir konu etrafında meşgul ederek bir şeyler mi örtülmek isteniyor? Ne oluyor? Daha iyimser bir soru sorayım: Acaba memlekette münakaşa ve münazara ortamları ihdas ederek düşünceyi mi zenginleştirme niyeti var? Yahut birilerinin rüyasını gördüğü gibi, buradan hareketle dinî eğitimi yeniden yapılandırmak mı istiyorlar? İmam Hatip ve İlahiyat tecrübesini geniş kitleler nezdinde itibarsızlaştırma gayreti mi var?

Elbette bu anlamda soruları çoğaltmak mümkündür. Lakin kimsenin de niyetini sorgulayamayız. Biz zahirle hüküm vermeye memuruz. Şunu görüyoruz: Bu tartışma, yeni bir pencere açmak yerine, zengin bir birikime sahip olan İmam Hatip ve İlahiyat tecrübesini tezyif eden gayretleri cesaretlendirmiş, halisane meseleleri tahlil eden ilim adamlarını zan altında bırakmış, yeni yaralar açmıştır. Şimdi bu yaraları daha da artırmak yerine, soğumaya bırakmak ve zamanla tedavi etmek icap eder.

Velhasıl aziz dost;

İlim yolunda, aşkla çalışmanı, doğru bilgi ve sahih görüş sahibi olmanı, tevazu ile meselelere yaklaşmanı, şöhret olmak için değil hakikate ermek ve topluma faydalı olmak için gayret etmeni niyaz ederim. Muhabbetlerimle selam ederim… Hakk’a emanet olun.

Önceki İçerikEzansız Semtler
Sonraki İçerikMehmet Âkif Ersoy ve Son Mısralar
Prof. Dr. Bilal Kemikli, Sivas’ta doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı, 1998'de doktor, 2002'de doçent ve 2008'de profesörlüğe yükseltildi. Ankara, Yüzüncü Yıl, Süleyman Demirel ve Bursa Uludağ Üniversitelerinde öğretim üyesi ve idareci olarak görev yapan Prof. Kemikli, DPÜ İlahiyat Fakültesi’nin kurulmasına kurucu dekanı olarak öncülük etti. Halen Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak çalışmalarını sürdüren yazar, akademik yayınların yanında kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde inceleme, eleştiri ve deneme yazıları yayımladı. Bir süre TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda Çocuklar İçin adlı programı hazırlayıp sundu. Bazı TRT Belgesellerinde danışman ve metin yazarı olarak görev yaptı.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here