İlahî dinleri diğer dinlerden ayıran aşkın tanrı, ahiret ve melek inancı gibi bazı temel ölçütler vardır. Bunların yanı sıra Şehbenderzâde Ahmed Hilmi’nin deyimiyle tarihî şart yani dinin tarihteki gerçekliğinin belgesi demek olan peygamberlik, diğer bir ayırt edici özelliktir. Peygamberliği bu kadar önemli kılan, hak dinlerin ilahî bilgiye dayanması, bu bilginin de ancak peygamberlik kurumu vasıtasıyla bilinir olmasıdır. Zaten Kur’an’da peygamber kıssalarının ve indirilen kitapların sıkça ve genişçe anlatılmasının hikmeti de bu olsa gerektir. Tevrat, İncil ve Zebur gibi bilinen üç kitabın yanı sıra Hz. İbrahim’e verilen sahifelerden bahsedilmesi ve Kur’an’ın bunları tasdik eden bir kitap olarak geldiğinin belirtilmesi, ilahî bildirimlerin birbirini takip ettiğinin ve aralarında tutarlılığın bulunduğunun/bulunması gerektiğinin delilidir. “De ki: Ben peygamberler arasında benzeri olmayan biri değilim yani ilk defa peygamber olarak gelen ve ilk defa kitap getiren değilim. Öte dünyada bana ve size ne gibi bir muamelede bulunulacağını da bilemem. Ben sadece vahiyle bana bildirilene tabi olurum. Ben ancak ve ancak bir uyarıcıyım.” (Ahkâf 46/9) ayeti Hz. Peygamber’in (sav) Hz. Âdem’den başlayan ve kendisine kadar kesintisiz gelen peygamberler zincirinin son halkası olduğunu ifade eder. “O, peygamberlerin sonuncusudur” (Ahzâb 33/40) ayeti de bu hakikatin tasdik ve tespitidir.
Bu çerçeveden olmak üzere, oryantalistlerin Hz. Peygamber ve İslam tarihi hakkında ileri sürdükleri iddialara cevap vermek amacıyla kaleme aldığı Büyük İslam Tarihi adlı kitabının Önsöz’ünde Abdurrahim Zapsu şu kanaatini dile getirir: “Ahir zaman peygamberi bulunan Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamın şahsiyeti tebellür etmedikçe İslam dini hakkında bir kanaat elde edilemez”. Batılı bir araştırmacı olan Karen Amstrong, Muhammad A Biography of the Prophet adlı kitabında batılılara, eski önyargılarından vazgeçmeleri çağrısı yaptıktan sonra, İslam’ın doğru anlaşılması için ‘Muhammed’ (sav) figüründen başlanması gerektiği görüşünü dile getirir.
Demek ki Hz. Peygamber (sav) dini bilmenin ve öğrenmenin temel ve yegâne kaynağıdır. O’nun yok sayılması, göz ardı edilmesi veya paranteze alınması, din diye bir yapıdan bahsetme imkânını ortadan kaldırır. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) kelime-i şehadette geçen kul (abd) ve elçi (rasûl) sıfatlarını birbirinden ayırmak veya sadece birine indirgemek, abartılı yüceltme veya kutsama sonucu hayalî bir varlığa dönüştürmek, İslam açısından kabul edilebilir değildir ve bu tür yaklaşımların öncelikle dine zarar verdiği açıktır.
Bu durumda peygamberliği, bir anlamda dinin mihveri olarak nitelemek de mümkündür. Çünkü din peygamberlerden öğrenilmektedir. Bu hakikatin farkında olan âlimlerimiz, peygamberlik kurumunun korunması için azamî gayret göstermişler; başta Hz. Muhammed Mustafa (sav) olmak üzere peygamberlerin kişiliklerine ve kimliklerine zarar verecek tanım, tasvir ve yakıştırmalardan uzak durulması hususunda uyarılarda bulunmuşlar; bu tür faaliyet yürütenlerin ileri sürdükleri delilleri (şüpheler) geçersiz kılmak için de, yazdıkları yüzlerce kitabı bugüne miras bırakmışlardır.
Bakıldığında dünün müşriklerinden bugünün İslam düşmanlarına kadar hepsinin Hz. Peygamber’i hedef almaları, itibarsızlaştırmak için her türlü iftiraya başvurmaları, ellerindeki tüm araçları bunun için kullanmaları peygamberliğin dindeki yerinin ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter. Dünün müşriklerinin küçük düşürücü istihzaları neyse bugünün densizlerinin karikatür veya espri adı altında ortaya koydukları seviyesizlik de aynı şeydir. Bazı nasipsizlerin O’nun getirdiği hakikati “ortaçağ zihniyeti” diyerek küçümsemelerini, kendilerinin ortaçağın ötesindeki sapkınlıkları sahiplenmelerini örtbas etmenin telaşı olarak değerlendirmek gerekir.
Sonuç olarak İslam’ın anlaşılması, gerçek kimliğiyle Hz. Peygamber’in anlaşılmasına bağlıdır. Bugün O’nunla doğrudan temas kuramayacağımıza göre, ölçümüz O’nun söz, fiil ve onayının ifadesi olan sünnet-i seniyye ve öğrencileri olan sahabilerinin ittifak ettikleri hususlar yani icmâdır.
Bununla birlikte tarihî şahsiyetlerin zamanın ilerlemesine paralel olarak taraftarlarının veya karşıtlarının zihin dünyalarında farklı tasavvurlar şeklinde ortaya çıkacağı, diğer bir deyişle, tarihî şahsiyeti herkesin kendisine göre bir ‘model’ haline getireceği de yadsınamaz bir gerçektir. Mezhepler bu gerçeğin tarihî ve somut örnekleridir. Ancak bu, aslı tamamen dönüştürmek yani tahrif etmek noktasına götürülmemelidir. Zira bir tarihî şahsiyetin ‘gerçek tarihi kimliği’ ile bağlarının tamamen koparılması veya aslına aykırı bir şekilde dönüştürülmesi, yok sayılması veya hayalî bir varlığa indirgenmesi anlamına gelir.
Bize düşen, Hz. Peygamber hakkında zihinlerde oluşmuş asılsız tortuların gerisindeki gerçek peygamber tasavvurunu keşfetme ve temel kaynaklarda tasvir edildiği şekliyle zihinlerde her daim makes bulmasını sağlama gayreti ve titizliği içerisinde olmaktır.
“De ki: Ben sadece sizin gibi bir insanım. Şu var ki bana ilahınızın ancak bir ilah olduğu vahiyle bildirilmekte. Artık her kim Rabbine kavuşmayı bekliyorsa doğru, güzel ve faydalı işler yapsın ve ibadetinde hiçbir şeyi Rabbine ortak koşmasın.” (Kehf 18/110).