Arzuhâl

Din ülkemizdeki akademik ve popüler gündemin en tartışmalı alanlarından biridir. Zira Türkiye’de din konusunda oldukça farklı bakış açıları bulunuyor. Bu farklı yaklaşımların temelinde de uzun tarihsel bir sürece sahip olan İslam düşünce geleneğinin, modern dünyayla karşı karşıya gelmesi yatıyor. Bu karşılaşma oldukça fazla kafa karışıklığına ve zihinsel bulanıklığa yol açtı. Bu bulanıklık devam ediyor haliyle de bireysel ve toplumsal yansımaları kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Farklı düşünce ve kültürleri içerisinde barındırma hoşgörüsüne sahip olan İslam geleneği, aynı zamanda güçlü bir hakikat ve doğruluk iddiasını temsil eder. Diğer bir ifadeyle özgünlüğünden ve hakikati temsil ayrıcalığından ödün vermeksizin kendi dışındaki düşünce ve inanç yapılarının varlığını, onların toplumsal varlıklarını ve haklarını tanımayı kendi özgünlüğünün bir gereği olarak görür. Böylece Kur’an’ın “Dinde zorlama yoktur,” ilkesini hem toplumsal hem de düşünsel alanda hayata geçirerek bir arada, huzurlu ve saygılı yaşamanın imkânını insanlığa sunar.

Tarihten devraldığımız bu muazzam mirasın modern verilerle yeni bir anlayış ve tazelenmiş bir dünya görüşü içerisinde tekrar harmanlanması yükümlülüğü bütün ağırlığıyla omuzlarımızdadır. Şüphesiz böyle bir çaba içerisinde öncelikli olarak doğruluk ve temsil meselesi gündeme gelecektir. Hangi düşünce doğru, hangi inanç hakikate daha yakın, sekülarizm sonucunda maruz kaldığımız bakış açıları ile inançlarımız ne derecede telif edilebilir, İslam düşünce ve inancının ana ve özsel unsurlarını erozyona uğratmadan modern dünya içerisinde, zihinsel ve buna müteakip ahlaki varoluşumuz ne ölçüde devam ettirilebilir, şeklinde uzayıp giden sorular belki de cevaplanması gereken en acil sorulardan sadece birkaçı gibi gözüküyor.

Bütün bu sorular ve kaygıların bizi sürüklediği halet-i ruhiye, hem zihin hem de gönül dünyamızın hakikati ve doğruyu bulma adına bir takım yoldaki işaretlere ihtiyacımız olduğu gerçeğini bize gösteriyor. Bu işaretlerin aslında uzun bir geçmişe sahip olan İslam düşünce geleneğinde mündemiç olduğu, köklerinin sağlam bir şekilde orada var olduğu açıktır. Ancak uzun zamandan beri dünyevileşmeye maruz kalmamız sebebiyle oluşan bu sisli ortamın dağılması için, yeniden modern insanın zihin dünyasına bunun sunulması gerektiği de bir gerçektir. Bu çaba bir açıdan kolay gözüküyor; zira bu düşünsel gelenek, usul ve esasları itibariyle temelleri güçlü bir şekilde tarihsel olarak mevcudiyetini sürdürüyor. Başka bir açıdan da zor ve meşakkatli gözüküyor; çünkü bu devasa kültürü yeniden anlamak, yorumlamak, mezc etmek, sekülerleşmiş modern insanın zihin dünyasına sunmak ciddi bir çabayı da gerektiriyor. Bu saiklerle ortaya çıkmış olan bu fikir ortamının alanlarında birikim sahibi ve söyleyecek sözü olan insanları temelde şu üç görevi yerine getirmek üzere, bir araya getirmeyi ve düşüncelerini paylaşmayı amaçladığını söyleyebiliriz:

● Toplumumuzda Kur’an ve Sünnete dayalı dinî düşünceyi açık ve anlaşılır bir sesle ortaya koymak.
●Dinî düşüncenin doğruluğu konusunda şüpheleri ve eleştirileri olanlara karşı makul argümanlar geliştirmek, alternatif ve analitik cevaplar ortaya koymak.
● Müslümanların İslam’ın hakikat iddialarını daha iyi anlamalarına yardımcı olmak ve çağdaş düşünce ekseninde yorumlamak.

Buradaki çabanın günümüzün temel meseleleri hakkında mütevazı, anlamaya yönelik ve bir nebze de bakış açısı sunmayı amaçladığını söylemek yanlış olmaz. Meramımızı ifade etmeye çalışırken, zikretmeye çalıştığımız bu prensipler temel önceliklerimiz olacaktır. Gayret ve azimet bizden, takdir ve tevfik Allah’tandır.