1897’de İstanbul’da doğan, 1921’de felsefe bölümünü bitiren, değişik okullarda öğretmenlik yaptıktan sonra 1933’te Ortaöğretim Genel Müdürü olan Hasan Ali Yücel, geçen yüzyılın renkli şahsiyetlerinden biridir. Çok tartışılan görevi ise 1939-1946 yılları arasında yürüttüğü Milli Eğitim Bakanlığı ve bu dönemde ilkokul öğretmeni yetiştirmek için Köy Enstitüsü adıyla açılan orta dereceli okullardır. Ahmet Güner Sayar’ın Hasan Ali Yücel ile ilgili eserini okuyabilirsiniz.
Tasavvufî kültürle iç içe olan bir ailede büyüyen Yücel’in, bu atmosferin tabiî neticesi olarak ilk şiirleri tekke tarzında olmuştur. Dedesi Kâdirî, babası Mevlevî olan Hasan Ali, Geçtiğim Günlerden adlı eserinde şöyle diyor: “Çocukken evimizde en çok anılan iki isim vardı: Hz. Ali, büyükbabam Ali Bey. Hatta bir üçüncü Ali daha vardır ki onun adı Şeyh Ali Efendi olarak zikredilirdi ve o Cerrahpaşa camii civarındaki Kâdirî tekkesi şeyhi idi. Şeyh Ali efendi büyükbabamın da şeyhiymiş. Hz. Ali, bu tarikat mensupluğu dolayısıyla evimizin en yüce aziziydi. Muharrem’in ilk on gününde bizim evde bir matem havası eserdi. Peygamber torunu İmam Hüseyin’in şehadeti bu matemin içli sebebiydi. Büyükbabacığım da her zaman ‘Allah’ım beni İmam Hüseyin’in şahadet bayrağı altındaki sevgili kulların arasına al’ diye dua edermiş. Anneannem adam akıllı okur yazardı şimdi kıymetli kitaplar arasında sakladığım Mevâkib Tefsirini her gün okurdu… Kocaman bir kitabı daha vardı: Muhammediyye”
Dinle benden isimli eserinde bir çok şarkı ve ilahinin bestekârı olan babası Ali Rıza Efendi’yi şöyle tanıtıyordu:
Dervişti, Mevleviydi, geçmişti herşeyinden
Mevlana seslenirdi üflediği neyinden
Dosttan vefa görmedi düşmanına dost oldu
Dünya denen tekkede çilesi böyle doldu
Bana vasiyet etti “taş dikme mezarıma
Her şeyimden sıyrılıp gitmeliyim yârima
Varlığın denizine yok olup da dalayım
Yokluğun neşvesine burda olsun varayım”
O mezarsız babanın sulbünden gelmişim ben
Yaşına geldi yaşım o rütbeye ermeden
Ona lâyık olmadım eksiğim çok cürmüm çok
Günahkar kul olsam da Tanrı’ya isyanım yok
Siyasî hayattan ayrıldıktan sonra 1948 yılında kaleme aldığı 257 beytlik “Tevhid” ancak vefat ettikten sonra basılabildi: Allah Bir, Ankara 1961. Klasik tarzda kaleme aldığı “Divan” ise Cemal Kurnaz tarafından yayına hazırlandığı halde aile fertlerinin kızı Canân Hanım’ın izin vermemesi sebebiyle basılamamıştır.
Şimdi Hasan Ali Yücel’in “Bursa bir dış değil bir içtir” başlıklı yazısını okuyalım.
“Bursalılar artık üstünde yaşadıkları bir güzel vatan parçasını daha da güzelleştirmek için seferber oldular. “Uludağ parkı” meselesini ele aldılar. Günlük gazetelerde yazılar yazdılar ve yazdırdılar. Bu inziva köşemde onların bu iradeli gayretlerini, bilseniz ne derin bir hazla seyretmekteyim. Toprak, üstünde oturanlar tarafından sahip çıkıldığı nisbette “Vatan”dır. Böyle bir mana kazanmazsa kara ve kuru toprak olmaktan ileri geçemez. Yurdumuzu ve onun her parçasını şuurumuza aydın tutarak, görerek, tanıyarak, severek ve insan zekasını, insan kudretini onun her zerresine katarak “yeni bir vatan” yaratma yolundayız. Bu cehtimizi, bu himmetimizi artırmalıyız. Okulunu, yolunu, bahçesini, bağını yapa yapa; ecdattan kalmış yadigarları koruyarak bu emelimiz gerçekleşecek!..
Bursalı bir meslektaşım, memleketi hakkına yazılmış yazılardan bir kitap yapmak teşebbüsünde bulunmuş. Fazıl Yenisey’in bu düşüncesi ne kadar yerinde… Beni de unutmamış; Bursa için bir yazı istedi. Aşağıda okuyacağınız satırları bir çırpıda yazıverdim. Bursa içimde ne kadar canlı olarak varmış ki elime kalemi alınca fazla düşünmeye hacet bırakmadan duygularımı söyletti. Vazifede iken Bursa Halkevinde Güzel Sanatlar Akademisi’nin nüvesi olmak üzere bir resim okulu açmıştım. Bilmiyorum, o ne oldu? Bursalılar, Maarif Bakanlığı’ndan bunu istemelidirler. Güzellik diyarı Bursa, bu türlü müesseseleri yaşatacak ve besleyecek kudrettedir. Hakkını vermemek millî bir günah olur.
İçim türlü sebeplerle üzgün ve yorgun olduğu zaman, hayalimin en aydınlık yerlerinden birinde, hilkatın ve ataların yadigârı olan bu güzel ve mübarek beldeyi bulur; ona sığınırım. Bursa, benim için bir melce, cennetin yeşiline huzura, sükûna ve emniyete kavuştuğum bir mutluluk bucağıdır.
Yaradan ve insan, birbirine Bursa’da olduğu kadar hiçbir yerde bu denli derin karışmamıştır. Göklere başı değen serviler mi Yaradan’ın, ilâhî secdelerinde kubbeleri kendi haline bırakıp yücelikleri aramak için uzanan minareler mi insanın? Bursa’nın manzarasında bunu hangi fâni doğru dürüst ayırt edebildi?
Yeşil’i ne zaman ziyaret etsem, dışında bir tepe, içinde bir bahar bulurum. Tabiatın sathiliği yanında bu derunîlik, beni tabiattan çok daha ötelere götürür. Gönül gözümün vardığı yer, sonsuzluğun hudut başıdır. Oradan sonra artık Allah başlar. Allah ki her şey O’nadır ve O’ndadır. Yeşil’in kapısından bu hisle girenler gerçek imana varırlar. Onlar, erenlerdir ve Yeşil, camiliğinden ileri geçer. Kâbe’leşir.
Bursa, hayat pınarını göğsünde taşıyan bir diyar… Su, nerede ondaki kadar varlığını her zerresinden fışkırtır? Bursa’nın bütün yeşilleri onunla yaşar ve onunla yeşerir. Belki de bunun için Bursa’nın ölüleri insana diri gelir.
Bize koskoca bir devlet veren Osman Bey ve Oğulları, türbelerinde değil evlerinde yatarlar. Emirsultan, bu maneviyat hükümrânı; Süleyman Çelebi, bu Türkçe’yi Allah evine sokan insan, ne kadar aramızda bizimle beraberdirler. Ebedî istirahatgâhında yanına kimseyi istemeyen İkinci Murad’ı ziyaret ettiğim zaman bir türlü oradan ayrılamamıştım. Huzurunda kalıp uzun uzun onun iç menkîbelerini ve gönül cenklerini kendinden dinlemeyi arzulamıştım.
Bursa, bir tarih sergisidir. Hiçbir kitap, onun kadar 1299’la 1923 arasındaki olayları bize doğru veremez. Osmanlı Şahini, Uludağ’a kurduğu yuvadan havalandı kanadının tüyleri hâlâ Hint hududlarından Hicâz ülkesine, Marmara kıyılarından İskenderiye koylarına, Volga boylarından Tuna membalarına kadar uçmaktadır. Hadiselerin rüzgârları, hatta fırtınaları onu yere düşüremedi.
Bursa, benim için “dış” değil bir “iç”tir. Zevksiz eller ona kıyabildiği kadar kıysın, gözümde ve gönlümde hiçbir şeyini değiştiremez. Bu yurt bucağı, bu vatan köşesi, seyahati zaruri kılmayan bir çekicilik her vakit yüreğimdedir. Bursa hakikati hayal yapan kutsal bir diyardır. Bursa, bir coğrafya gerçeği olmaktan çok bir tarih, hatta tarih olmaktan da ileri bir şeydir. Bursa Türklüğün, Konya gibi beşiklerinden biridir. Her Türk biraz Bursalıdır. Onun için Bursalı olmayan Türk yoktur; diyebiliriz.”