(ö. 15 Haziran 1969)
Merhum Mehmet Zekâi Konrapa Hoca ile ilgili böyle bir yazıya niçin ihtiyaç doğmuştur? Kısaca bu sorunun cevabını vermek isterim.
Birincisi: Bendeniz dâhil her biri fakültemizden emekli onlarca öğretim üyesi, merhum Mehmet Zekâi Konrapa hocamızın İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden öğrencileriyiz. Hocamızdan “Siyer-i Nebî”, “İslâm Tarihi”, “İslâm Medeniyeti Tarihi” derslerini dinledik.
İkincisi: Ülkemizin her bir köşesinde yer alan ve kitleleri eserleriyle, yetiştirdikleri öğrencileriyle, yürüttükleri hasbi-samimi irşat faaliyetleriyle, insan münasebetlerinde örneklendirdikleri tevazu, cehd ü gayret ve nezaketleriyle gönül dünyamızda yer tutan bu değerli zevatı ve bu arada Mehmet Zekâi Konrapa’yı rahmetle, minnetle anıyor ve hatıralarını yâd ediyoruz.
AİLESİ VE TAHSİL YILLARI
Mehmet Zekâi Konrapa Hoca’nın büyük dedesi Hacı Ali Ağa, Doksan üç Harbi’nde (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) Azerbaycan taraflarından Van’a intikal eder.
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) yıllarında dedesi Mehmet Ağa, askerlik sebebiyle geldiği Bolu’ya yerleşir ve Türkmenoğulları ailesinden bir hanımla evlenir.
Bu izdivaçtan dünyaya gelen Cemal Efendi, Büyük Cami’nin civarında bakkaliye işletir ve Cebecioğulları ailesinden bir hanımla evlenir. Bu evlilikten 1301 (1888) yılında dünyaya gelen ilk çocuğa “Mehmet Zekâi” adı verilir. Ortanca oğul Mustafa Sabri, küçük oğul Ahmet Şerafettin’dir.
Aile, daha sonra Karamanlı mahallesinden Akmescid mahallesine taşınır. Mehmet Zekâi, önce sıbyan mektebine kaydolur. İlk ve orta tahsilini tamamladıktan sonra Bolu İdâdîsi’nde (Rüşdiye mezunlarını yüksek okullara hazırlamak için açılan, günümüzdeki liseye denk orta öğretim kurumu) tahsile başlar. Çalışkan bir öğrenci olarak temayüz eden Mehmed Zekâi, altı yıl sonra aliyyü’l-a’lâ derecesiyle oradan mezun olur. Merhum Konrapa, bu dönemden bahsederken “ahlâkı mazbut ve dinî salâbeti kuvvetli hocalardan feyz aldığını” söyler.
Bolu İdâdîsi’nden mezun olduktan sonra yüksek tahsil için İstanbul’a gider. 1905-1907 yılları arasında önce yüksek tahsile öğrenci hazırlamakta mahareti olan Mercan İdâdîsi’ne girerek fark derslerini alır. Daha sonra yüksek tahsile başlar ve 1327 (1911) yılı itibariyle Dârü’l-Fünûna (üniversite) bağlı Dârü’l-Muallimîn-i Âliye’nin (Yüksek Öğretmen Okulu) Edebiyat bölümünden mezun olur. Bu süreçte Salih Zeki, Ali Kemal, Mehmet Âkif, Rıza Tevfik, Emrullah Efendi, Abdurrahman Şeref gibi hocalardan ders almıştır.
GÖREV VE HİZMET YILLARI
Mehmet Zekâi Hoca’nın mezuniyetten sonra ilk öğretmenliği, Çankırı İdâdîsinde tarih-coğrafya öğretmenliğidir. Daha sonra meslekî hayatının yaklaşık yirmi üç yılını Şam, Bolu, Düzce, Yalvaç, Denizli, Uşak, Konya ve İstanbul’da ortaöğrenimde-liselerde öğretmenlik ve idarecilik yaparak sürdürdü. Geri kalan on dokuz yılını da İstanbul’da Kadıköy, Gazi Osman Paşa, Karagümrük Ortaokulları, Erkek Öğretmen ve Kız Öğretmen Okulları; Vefa, Beyoğlu, İstanbul Erkek Liseleriyle İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda devam ettirdi. Bu süreçte aynı zamanda Yüce, Ülkü, Hayriye, Işık ve Şişli Terakki Liselerinde derslere girdi.
Mehmet Zekâi Hoca’nın görev yaptığı okullarda öğretmenliği yanında idarecilikleri de vardır. Üst düzey idarecilikleri arasında sırasıyla muavinlik (müdür yardımcılığı), baş muavinlik (müdür başyardımcılığı), müdürlük ve maarif müdürlüğü (millî eğitim müdürlüğü) vardır. Maarif müdürlüğü görevini Denizli’de yapmıştır.
Mehmet Zekâi Hoca, 1953 yılında İstanbul Erkek Lisesi Tarih öğretmenliğinden yaş haddi sebebiyle emekli oldu. Daha sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde Siyer-i Nebî-Ahlâk, İslâm Tarihi, İslâm Medeniyet Tarihi gibi derslere girdi; hocalık yaptı.
Mehmet Zekâi Hoca, 15 Haziran 1969 tarihinde vefat etti.
MESLEKÎ ALANDA YAZI ÇALIŞMALARI
Merhum Hocamız, henüz Dârü’l-Muallimîn-i Âliye’de son sınıf öğrencisiyken hocası Abdurrahman Şeref Efendi’nin ders notlarını arkadaşı Mehmet Kâmil ile Târîh-i Asr-ı Hâzır adıyla yayına hazırladı. Bolu Sultânîsi (Osmanlılar’da idâdî üstü okullara verilen ad) hocalığı esnasında Bolu’da iki defa basılmış olan vilayetin resmî Salnâme’sinin (Osmanlılar’da resmî ve özel kurumlar tarafından yayımlanan yıllıklar) ilmî redaksiyonunu yaptı. Bolu tarihini mahallî kaynaklara dayanarak yazmayı başardı ve kendisine Maârif Nezâreti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından “Takdirnâme” verildi.
Bolu’da neşredilen Bolu, Dertli, Kürsi-i Millet gazeteleriyle Millî Gâye, Altın Yaprak, Abant mecmualarında; İzmir’de yayımlanan Fikirler Dergisi’nde; Konya’da Yeni Anadolu Gazetesi’nde meslekî yazılar yazdı. İstanbul’da neşredilen Tarihten Sesler, Bilgi, Öğretmen, Resimli Tarih, Hilâl, Tohum mecmualarında İslâm medeniyeti tarihiyle ilgili makaleler neşretti. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi’nde de yayımlanmış yazıları vardır: “Endülüs Mersiyesi Nizâmî Tercümesi ve Endülüs Tarihine Kısa Bir Bakış” (sy. 4, ss. 126-143) bunlardan biridir. Bu yazının ayrı baskısı da yapılmıştır.
Mehmet Zekâi Konrapa Hoca’nın Bolu Mezar Taşları ile ilgili de çalışmaları vardır: Taş Mektep Mezarlığı, Uğurlu Nâib Mezarlığı, Akhocazâde Medresesi Mezarlığı ve Hıdırlık Mezarlığı’nın, tarihî mezar taşları açısından inceleme konusu edildiği bu araştırmanın, Bolu’nun sosyal tarihine önemli katkısı olmuştur.
YAYIMLANMIŞ MEŞHUR ESERLERİ
Mehmet Zekâi Hoca’nın neşredilmiş eserleri arasında Bolu Tarihi (1960) önemli bir çalışmadır. Hocamız, iç kapaktaki “Bolu Tarihi” isminin altına “Bu kitap, Bolu’yu tanıyalım serisinin ‘Geçmişte Bolu’ kısmını teşkil etmektedir” kaydını koymuştur. Kitapta belirtilen yayım notuna göre söz konusu eser, 1960 yılında Bolu Vilayet Matbaasında üç bin adet basılmıştır. Hocamızın daha sonra yazmayı düşündüğü bölümler ise “Bugünkü Bolu”, “Yarınki Bolu” ve “Bolu’da Yetişenler” şeklinde sıralanmıştır. Kitabın hemen baş kısmında neşir kayıtlarından sonra biri “Dünkü Bolu’dan Güzel Bir Görünüş”, diğeri de “Bugünkü Bolu’dan Güzel Bir Görünüş” unvanlı iki resim yer almıştır. Bolu Tarihi’nin “içindekiler” kısmı, “Başlangıç”, “Bolu Tarihi ile Uğraşanlar”, “Bolu Tarihinin Ana Hatları”, “Müslüman Türklerden Evvel Bolu”, “Müslüman Türkler Devrinde Bolu”, “Osmanlı Türkiye’sinde Bolu”, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Bolu”, “Bolu’da Tarih Kaynakları” diye sıralanmıştır. Bunlar arasında özellikle “Osmanlı Türkiye’sinde Bolu” kısmı, 122-744. sayfalar arasında 622 sayfalık bir yer tutmaktadır ki Bolu tarihi merkezli olmakla birlikte iyi araştırılmış, orijinal tespit ve izahları olan kronolojik bir Osmanlı tarihidir.
Mehmet Zekâi Konrapa Hoca, eserini yazarken yerli ve yabancı kaynakları taramış; arşiv vesikalarını incelemiş; bazen bir vesika için günlerce mesai sarf etmiş; özellikle Bolu’daki bütün tarih kaynakları, yazma eserler, fermanlar, mezar taşları, çeşme ve camilerin kitâbelerini gözden geçirmiştir. Hocamız bu uzun hazırlık safhaları hakkında okuyucuya bilgi verdikten sonra “Kitabımı okumak ve incelemek lütfunda bulunacaklar, bu yolda nasıl bir emek harcadığımı göreceklerdir” (s. 737) diyor.
* * * * *
Hocamızın popüler kitaplarından biri uzun yıllar İmam-Hatip Okullarının orta kısımlarında ders kitabı olarak okutulan “Peygamberimizin Hayatı-Siyer-i Nebî” adını taşımaktadır. Söz konusu kitap, başarılı ve verimli bir Siyer özetidir. Uzun yıllar İmam-Hatip neslinin Peygamberimiz ’in (s.a.s.) hayatına dair temel bilgileri, bu kitaptan beslenmiştir.
Hocamızın, Peygamber Efendimiz (s.a.s), Ashâb-ı Kirâm ve Aşere-i Mübeşşere[1] (r.a.) ile ilgili daha geniş ilmî bir araştırması “Peygamberimiz İslâm Dini ve Aşere-i Mübeşşere” adını taşımaktadır (İstanbul, 1968). Bu eser özellikle Hocamızın “Peygamber Efendimiz ’in (s.a.s) Hayatı” diye bildiğimiz “Siyer- Nebî” alanında yoğunlaştığı bir çalışmadır. Ayrıca eserde Aşere-i Mübeşşere’ye de yer verilmiştir.
Hocamızın bu çalışmasının en mühim yanı, 1960’lı yıllarda yerli müelliflerimizin Siyer-i Nebî alanında yaptıkları çalışmaların iki elin on parmağını geçmeyecek kadar sınırlı olduğu ve eksikliğin daha ziyade tercüme eserlerle giderilmeye çalışıldığı şartlarda bu topraklardan yükselen bir ses olarak ortaya çıkmasıdır.
İşte Mehmed Zekâi Hoca, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır(1878-1942), Ahmet Hamdi Akseki (1887-1951), Ömer Nasuhi Bilmen (1883-1971), Babanzâde Ahmed Naim (1872-1934), Kâmil Miras (1875-1957), Ömer Ferit Kam (1864-1944), İsmail Hakkı İzmirli (1869-1946) ve benzeri zevatın kendi sahalarında yaptığı çalışmaların bir benzerini Siyer-i Nebî alanında yaparak ilim kervanında hakettiği mevkii almıştır. Diğer taraftan Hocamız, bu eserinde yazdıklarıyla kendi döneminin şartlarında, hakikaten insanımıza Siyer-i Nebî’ye dair anlaşılır bir dil ve akıcı bir üslupla hitap etmiş ve bu sebeple bu kitap, çok okunan kitaplar arasına girmeyi başarmıştır.
MEHMET ZEKÂİ KONRAPA HOCAMIZLA İLGİLİ BAZI HATIRALAR
Bir öğrencisi olarak Merhum Mehmet Zekâi Konrapa’nın hocalığı hakkında söyleyeceğim ilk husus, konusuna vakıf olduğu, dersine fevkalâde hazırlıklı geldiği; derse muntazaman, gecikmeden, zamanında geldiği ve dersi takibe önem verdiğidir. Hocamızın evi İstanbul’da Lâleli semtindeydi. Özellikle 1967 ve 1968 yılları itibariyle Enstitü, Kabataş-Fındıklı’dan Üsküdar-Bağlarbaşı’na taşınmıştı. Çok iyi hatırlıyorum bir sene hocamızın dersi ilk saatlerde idi. Tâ Lâleli’den sabahın erken saatlerine rastlayan ilk derse tam saatinde aksatmadan yetişirdi. İlerleyen yaşına ve yaşlılığın meşakkatlerine rağmen Hoca’nın söz konusu derse zamanında gelmesi, ondaki vazife şuuru ve sorumluluk anlayışının ne kadar derin olduğunu göstermektedir.
Hocamızın bize derse geldiği dönemde yaşı 70’in üstünde idi. Lâleli’den kalkıp yola çıkar ve 08.30-09.00 civarında ilk derse gelir, sınıfta hoca kürsüsünde otururdu. Tabii ki bizim gibi yurtta kalan öğrencilerin dışındaki arkadaşlarımızın birçoğu da din görevliliği hizmetlerini de yürüttükleri için uzaktan gelirler ve umumiyetle söz konusu ilk derse gecikirlerdi. Derse geç kalanlar sınıfa girerken Hocamız, “Buyurun! Otelimizde yer var! Çay kahve de söyleyelim, içiniz!” diye latife yapar, “Zaten hoşaf bulaşığı kadar bir dersimiz var!” diye de eklerdi. Bununla ders saatinin azlığını kasteder, gecikmeler sebebiyle de verim azalacağı için üzülürdü.
Keza hocamız yaşlı olduğu için ders esnasında sık sık su yudumlayarak boğazını rahatlatmak itiyadında idi. Bu sebeple bir bardak su getirilerek kürsüye konulurdu. Su gelmeden derse de başlamazdı. Su geldikten sonra birazcık yudumlar; “Su gibi aziz ol evlâdım!” diyerek getirene dua eder ve akabinde derse başlardı. Hatta bazen arkadaşlar muziplik yaparak su bardağını kürsüye aktarmayı geciktirirlerdi. Böyle durumlarda Hocamız, kürsüde suyun gelmesini sabırla beklerdi.
Benim gibi hocamızın öğrencilerinden olan değerli meslektaşım Osman Çetin Bey, Mehmet Zekâi Konrapa Hoca’nın Şam İdâdîsi’ndeki öğretmenlik yıllarında bir öğrencinin yüksek ateşi olduğu hâlde derse zorluklar altında iştirakini, derse devam ve hocayı dinleme konusunda duyarlılığa örnek olarak aktardığını, anlamlı bir hatıra olarak nakletmektedir.
Mehmet Zekâi Konrapa Hoca, zaman zaman Bolu Tarihi çalışmasından bahsederdi. Bir defasında Bolu Tarihi isimlendirmesinden bahisle sadece Bolu’dan bahsedildiği zannına kapılmamamızı, aksine bu araştırmanın Bolu merkeze alınarak yazılmış bir Osmanlı tarihi olup emek mahsulü bir eser olduğunu söylemiş ve okumamızı da ısrarla tavsiye etmişti. Ders bittikten sonra yanıma birkaç arkadaş alarak odasına gittim ve bu kitabı nasıl edinebileceğimizi kendisine sordum. Evinde mevcut olduğunu, şayet gelirsek edinebileceğimizi bize söyledi. Kendisinden ev adresini aldık ve bir hafta sonu merhum hocamızı evinde ziyaret ederek Bolu Tarihi adlı kitabını temin ettik. Allah (cc) kendisine rahmet eylesin. Bizi kabul ettiği odanın duvarları boydan boya kütüphaneydi. Raflar gayet mütenasip bir şekilde dizilmiş, boy boy eserlerle doluydu. Sohbet devam ederken muhtemelen hocamızın torunu olabilecek dört beş yaşlarında bir kız çocuğu odada oradan oraya koşuyor, koltukların kenarlarında geziniyor, hocanın omzuna çıkıyor, kendince sevimli şaklabanlıklar yapıyordu. Zekâi Hoca ise, küçük yaşlardaki bu kız çocuğunun tüm hareketlerini büyük bir olgunlukla karşılıyordu. Ama birden ona karşı celâllendiğini gördük. Çünkü elinde herhalde Hocamızın değerli bulduğu bir tarih atlası vardı. Kızcağız onunla rastgele oynuyor, bilir-bilmez sayfalarını çevirip duruyordu. Hoca, küçük kızın elinden atlası aldı. Kütüphane rafındaki yerine itina ile yerleştirdikten sonra ona anlamlı bir bakışla “Koltuklarda oyna, omzuma çık, istersen saçımdan sakalımdan çek, bir şey demem! Ama bir kitabın bilir bilmez hatalarla hırpalanmasına tahammül edemem!” dedi. Kızcağız, birden şaşırdı ve toparlandı. Biz de Konrapa Hoca’dan kitapların temiz tutulması ve dikkatlice korunması hakkında canlı bir ders almış olduk.
Daha sonra ben Mehmet Zekâi Konrapa Hoca’nın Enstitüde derslere vaktinde gelişi ve her dakikayı değerlendirme hususundaki titizliğiyle kütüphanesindeki kitapları korumadaki titizliği arasında benzer bir ilişki kurdum. Şimdi de aynı kanaatteyim. Hocamızın, sınıflardaki tutumuyla evindeki kütüphanesinde bulunan mevcut kitaplara karşı tutumu, onun şahsiyetinin farklı ortamlardaki benzer tezahürleriydi.
Üzerimizde emeği olan vefat etmiş tüm hocalarımızın ruhları şad olsun…