Müslümanlar tarafından tarih boyunca Hz. Muhammed’in (sav) insanlığa tanıtılması gayesiyle siyer türünden farklı tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş, bu bahiste muazzam bir literatür meydana gelmiştir. Bu çeşit çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir. Zira son ilâhî elçi olması hasebiyle Rasûlüllah’ın (sav) hayatını anlama ve onu örnek almaya ihtiyaç hiçbir zaman sona ermeyecektir. Zamanın ve şartların değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya görüşleri de farklılık arz ettiği için, bu değişimleri doğru olarak algılamak suretiyle asrımız insanına Allah Rasûlü’nü (sav) örnek sunulabilen bir anlayışla tanıtmak bilhassa bu alan üzerinde çalışan ilim adamlarının esaslı görevidir. Bu görevin en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için Hz. Peygamber’in (sav) insanlığa tanıtılmasına vesile olacak eserlerin en sağlam kaynaklara ve en doğru delillerle dayanması gerekir. Şüphesiz bu kaynakların en başında da Kur’ân-ı Kerîm gelir.
İnsanlığa son ilâhî mesaj olan Kur’ân-ı Kerîm esas itibariyle, bütün İslâmî ilimlerin temel kaynağını teşkil eder. Başka bir ifadeyle İslâmî ilimler, İslâm dininin kaynağı olması bakımından Kur’ân’a dayanırlar. Sadece kıraat ve tefsir gibi doğrudan Kur’ân ile ilgili ilimlerin değil, Hadîs, Fıkıh, Kelâm, Tasavvuf ve İslâm Felsefesi gibi ilimlerin esas kaynağı da Kur’ân’dır. Zira Kur’ân bütün bu ilimlerin konularıyla ilgili temel bilgiler, ilkeler ve hükümler vaz’ etmektedir.
Kur’ân, İslâm diniyle irtibatlı olan bütün ilimlerde olduğu gibi ihtiva ettiği haberler, geçmişle ilgili bilgiler, tarihî olaylar ve olgularla ilgili yorumlar itibariyle Hz. Peygamber’in (sav) hayatının da en mühim kaynağıdır.
Kur’ân’ın haber hükümleri arasında Hz. Peygamber’in (sav) çağrısını yayma yolunda yaptığı mücadeleler, yapılan savaşlar ve antlaşmalar; Mekke ve Medine halkının ona ve davetine karşı tavır ve tutumları, diğer taraftan da ashabın faziletleri, onların İslâm’a hizmetleri bulunmaktadır. İslâm Peygamberi’nin (sav) ve Müslümanların karşılaştıkları hâdiselerden söz eden âyetler ise, bir yandan tarih şuuru ve bilgisi kazandırmakta, diğer yandan Müslümanlara Siyer ve Megâzî bilgileri sunmaktadır. Görüldüğü gibi, Siyer söz konusu olduğunda en mühim ve ilk müracaat kaynağı şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zira gerçekliklerinde şüpheye mahal bırakmayan türden olan Kur’ânî veriler yardımıyla Hz. Muhammed (sav) hakkında, onun nasıl bir kişilik olduğu ve hasımlarıyla nasıl mücadele ettiği hakkında doğrudan fikir sahibi olmamız mümkündür. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber’i (sav) en iyi öğrenebileceğimiz kaynak, onu peygamber olarak seçen ilâhî kaynaktır.
Siyerin, yani Hz. Peygamber’in (sav) hayatının ve mesajının en doğru şekilde ancak Kur’ân’dan elde edileceğini ifade ettikten sonra genel hatlarıyla Kur’ân’ın bize takdim ettiği Hz. Muhammed’in (sav) temel özelliklerini ayetler ışığında şu şekilde ortaya koymak mümkün olur:
Hz. Peygamber’in Allah nazarındaki değeri en üst derecededir.
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salât ve selam getirin”. (Ahzâb, 33/56).
Hz. Peygamber’den (sav) başka Allah ve meleklerinin salâtta bulunduğu ve bize de ona salâtın emredildiği başka bir peygamber yoktur. Allah’ın peygamberimize salâtını, ona teveccühü ve verdiği değer olarak anlamak gerekir.
O, bütün Alemler için rahmet olarak gönderilmiştir.
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107).
Hz. Peygamber (sav) sadece yaşadığı döneme, yaşadığı coğrafyaya ve yaşadığı topluma değil, o an için yaşayan ve daha sonra yaşayacak bütün insanlık için rahmet vesilesi olarak gönderilmiştir. Hatta alem ifadesinden dünyadan başka alemlerin olduğunu ve Allah Rasûlü’nün (sav) rahmet olarak gönderilmesinin onları da kapsadığını söylemek mümkündür. Bu âyet her şeyden önce Allah Rasûlü’nün (sav) davetinin ve misyonunun evrenselliğine işaret eder.
Onu sevmek ve itaat etmek, Allah’ı sevmek ve itaatle birdir.
De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder”. (Âl-i İmrân, 3/31).
“De ki: “Ey insanlar, biliniz ki, ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği peygamberiyim. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka tanrı yoktur. Hem diriltir, hem de öldürür. Onun için gelin Allah’a ve peygamberine iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelamlarına inanan o okuyup yazması olmayan peygambere de. Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz”. (Araf, 7/158).
Sevgi yukarıdan aşağıya, büyükten küçüğe, güçlüden zayıfa doğru gerçekleşirse merhamet olarak tecelli eder. Bu durumda Allah’ın kullarını, Rasûlüllah’ın (sav) ümmetlerini sevmesi demek onlara merhamet etmesi, acıması anlamına gelir. Aynı şekilde anne ve babalar da yavrularına karşı merhamet ederler. Sevginin aşağıdan yukarıya, küçükten büyüğe ve zayıftan güçlüye doğru tezahürü ise itaat olarak kendini gösterir. Bu durumda insan Allah’ı ve Rasûlü’nü sevdiğini iddia ediyorsa, bu iddiasını ancak onlara itaat etmekle gerçekleştirebilir. Bu durumda Allah’ı sevmenin yolu Rasûlüllah’ı (sav) sevmektir. Yani Allah’a itaat etmek isteyen Rasûlüllah’a (sav) itaat etmeli, bunun için de Rasûlüllah’ın (sav) gösterdiği istikamette hayatını sürdürmeye çalışmalıdır ki, Allah da onu sevsin, yani ona merhamet etsin. Bu hususta Kur’ân’da şöyle buyrulur.
“De ki: “Allah’a ve Peygambere itaat edin”. Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez.” (Âl-i İmrân,3/32); “Ey inananlar! Allah’a ve Peygamberine itaat edin, Kurân’ı dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde “dinledik” diyenler gibi olmayın”.(Enfâl, 8/20-21); “Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun katında toplanacağınızı bilin”. (Enfal, 8/24). Ey inananlar! Allah’a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz. (Enfâl, 8/27).
O da bizim gibi beşerdir, ancak kendisine vahiy indirilmektedir.
“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.” (Kehf, 18/110); “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 33/40); “Ey Muhammed! De ki: “Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım” (Ahkâf, 46/94).
Kelime-i tevhidde de belirtildiği gibi, O önce bir kul, sonra rasûldür. Onun kul olması temel, rasûl olması ise bir sıfat ve görevdir. O, bir kul olmasaydı, diğer insanlara örnek olması veya diğer insanların onu örnek alması hiç mümkün olmazdı. Ancak o, sıradan bir kul değil, Allah’ın seçtiği, Allah’ın eğittiği, Allah’ın güzel ahlakla donattığı, aynı zamanda ilâhî mesajı insanlığa iletmekle görevlendirdiği, alemlere rahmet olarak gönderdiği bir kuldu.
O şahit, müjdeleyen ve uyarıcı olarak görevlendirilmiştir.
“Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah’ın izniyle O’na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.” (Ahzâb, 33/45-46); “Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.” (Nahl, 16/89); “Biz sana Kitabı (Kur’ân) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” (Nisâ, 4/105); “De ki: “Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O tek ve kahredici olan Allah’tan başka tanrı da yoktur.” (Sad, 38/65); “Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ki, Allah’a ve Rasûlü’ne iman edesiniz ve bunu takviye edip, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O’nu tesbih edesiniz.” (Fetih, 48/8-9).
Peygamberin şahit olarak gönderilmesi demek, her şeyden önce Allah’ın, kullarına hidayet yolunu gösterdiğine şahitlik etmesi, aynı zamanda insanlara neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bildirmesi demektir. İnsanlar onu görecekler, elçi olduğunu bilecekler, daha sonra da onun yaptıklarına bakarak doğruyu ve yanlışı öğrenecekler, bunların sonucunda da Allah tarafından sorumlu tutulacaklardır.
O, müminlerine karşı son derece merhametlidir.
“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.” (Fetih, 48/29)
Allah Rasûlü (sav) kendisine inananların memnuniyetini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının üzülmemesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususa açık işaret bulunmaktadır. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” ( Tevbe, 9/128-129). Bu âyet, Peygamber Efendimiz’in (sav) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, kendisini inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.
O, en güzel örnektir.
“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasûlüllah (Allah’ın Elçisi) en güzel örnektir.” (Ahzâb, 33/21).
Allah, peygamberini en güzel sıfatlarla muttasıf olarak yaratmış, onu en güzel şekilde terbiye etmiştir. Onun ilâhî vahyi insanlara aktarmanın yanı sıra bu vahiy doğrultusunda yaşama ve örnek olma görevi de vardır. Allah onu insanlık için en ideal örnek olarak yaratmış, her iki alemde de güzelliklere kavuşmak isteyenlere örnek sunmuştur. Müslümanlar gerek din, gerekse dünya işlerinde onu kendilerine örnek almakla mükelleftirler.
Onun bedeni değil, ancak misyonu bakî olacaktır.
“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran, 3/144)
Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki; Hz. Peygamber’in (sav) takdiminde Kur’ân’ın kaynaklığını esas almak demek, bu hususta Kur’ân’dan başka bir belge ve bilgi kaynağına müracaat edilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü Kur’ân’ın Hz. Peygamber (sav) için ortaya koyduğu her niteliğin ya da yükümlülüğün Hz. Peygamber’in (sav) hayatında nasıl bir karşılık bulduğunu öğrenmek ancak, Kur’ân’ın yanında Sünnet, Hadis ve Siyer kaynaklarına başvurmak suretiyle mümkün olur. Bu sebeple Kur’ân’ın verdiği siyer malumatıyla birlikte Sünnet, Hadis, Siyer, Megâzî ve Tarih kaynaklarına da başvurmak zaruridir. Ancak, zikredilen kaynaklardan istifade edilirken sened ve metin kritiği yapılmalı, sünnet, hadis ve haberler mutlaka Kur’ân’ın hakemliğine götürülmeli, ikinci derecedeki kaynakların muhtevası Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin ışığında ele alınmalı, kısacası Hz. Peygamber (sav) konusunda yapılacak herhangi bir değerlendirmenin nihaî ölçüsü Kur’ân olmalıdır.
Kıymetli Hocam, öncelikle kaleminize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş. Hz. Muhammed(s.a.v)’in Kuran’i bağlamda özelliklerinden bahsettiniz. Sizce bu özellikler modern dünyaya nasıl aktarılmalı, Hz. Muhammed(s.a.v)’in hayatı ve sünneti ekseninde modern dünya eleştirisi nasıl olmalı?