Niyazi Mısrî’nin “Zihî kenz-i hafî k’andan gelür her var olur peydâ / Gehî zulmet zuhûr ider gehî envâr olur peydâ” mısraları ile başlayan redifli gazeli, vahdet-i vücut düşüncesini özetler mahiyettedir. Konu, bir şiir diliyle ancak bu kadar özlü ve güzel anlatılabilir. “Zihî deryâ-yı vahdet kim kesilmez her giz emvâcı”, “Tecellî eyler ol dâim celâl ü geh cemâlinden” mısraları, yaratılışın dâimiliğini ifade eder. Allah’ın, zâtında bulunan sâbit özlere sürekli ‘ol/kün’ demesi ile onların oluşa geçtiklerini ne kadar hoş anlatmıştır. “İçi ummân-ı vahdetdür, yüzü sahrây-ı kesretdür / Yüzün gören görür ağyâr, içinde yâr olur peydâ” mısralarında ‘vahdet ummânı’ ve ‘kesret sahrâsı’ ibareleri rastgele seçilmiş değildir.
Kur’an, her şeyin çiftler halinde (zevceyn) yaratıldığını bildirir. Tek olmak sadece O’nun zâtına mahsustur. İkili hâl, iyilik-kötülük açısından da geçerlidir. Mezkûr peydâ redifli gazelde, “Cemâli zâhir olsa tiz celâli yakalar ânı / Görürsün, bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ” mısraları bu durumu dile getirir. Cemâl ve Celâl sıfatlarının âleme yansıması olarak okunur söz konusu durum. O’nun, Zâhir-Bâtın isimleri, “Dışın içe hayâlâtı, için dışa zuhûrâtı / Birinden ol birine tuhfeler her bâr olur peydâ” dizelerinde yerini bulur. Allah’ın Zâhir isminin Bâtın ismine görüntüleri yanında için dışa zuhûru vardır. Her birinden diğerine sürekli gidiş gelişler olur.
…
Yıllar önce idi. Hacı Bayram Veli Camii’ne bir öğlen namazına gitmiştim. Namaz kılınan yerin altında bir çilehane olduğunu daha önceleri duymuştum. Namaz sonrası mezkûr yeri görmek kısmet oldu. Girişte hafif büyücek bir hol, sonra daracık bir yol. Yol boyunca üç tane küçük odacık (hücre). Birincisi Eşrefoğlu Rumî, ikincisi Akşemseddin, üçüncüsü ise Hacı Bayram Veli’ye ait olduğu ifade edilen hücrelerin, gün ışığı ile irtibatı hemen hiç yok. Sanki, altmış üç yaş sonrası yer altında yaşamını sürdüren Ahmet Yesevî misali, bu üç mutasavvıfın manevi âlemdeki yolculukları burada mekân tutmuş.
Hacı Bayram’ın asıl adının Numan olduğu, Ankara’nın Solfasol (zü’l-Fazl) köyünde doğduğu, hocası Somuncu Baba’nın onun adını Hacı Bayram olarak değiştirdiği ve onu tasavvufî açıdan yetiştirdiği, kendisini Ankara’ya gönderirken burçak ekme (ziraat) işi ile meşgul olmasını istediği ifade edilir. Ankara’da bir medresede müderris olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır.[1]
Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasındaki yıllarda Hacı Bayram Veli’nin, sevenleriyle birlikte Anadolu’da isyan çıkarabileceği iddiası üzerine Ankara’ya giden bir görevli çavuş, Hacı Bayram Veli ile birlikte, o zamanlar başkent olan Edirne’ye gelmiştir. Sultan II. Murat, Hacı Bayram Veli’nin çok üstün nitelikli bir âlim ve veli/ârif olduğunu anlayınca ona iltifat etmiş, gönlünü hoş tutmuştur. Edirne Büyük/Eski Camii’de sohbetlerinden istifade edilmiştir. Bugün Hacı Bayram Veli’ye atfedilen kürsü, adı geçen camide yerinde durmaktadır. Tekrar Ankara’ya dönen Hacı Bayram Veli’nin, talebelerinden vergi alınmamış, bu da onun isminin daha çok yayılmasına ve talebelerinin sayı olarak artmasına vesile olmuştur. Konu ile ilgili menkibevî hikayeler söz konusudur.
Hacı Bayram Veli halkın içinde yaşamış ve el emeği ile geçinmiştir. Bayramî Melamî çizgi bir ölçüde onun bu yaşam biçimiyle ilgili neşveyi taşır. Ancak Bayramîlik tarikatı Osmanlı’da, Akşemseddin çizgisi üzerinden neşv ü nemâ bulmuştur. Bunda Akşemseddin’in, Fatih Sultan Mehmet’in hocası olması ve dolayısıyla devlet nezdindeki itibarı etkili olmuştur. Hacı Bayram Veli’ye atfedilen dört kadar şiirden söz edilir. Bunların en meşhurlarından biri olan nukt-ı şerifin bir parçası şöyledir.
Çalabım bir şâr yaratmış
İki cihân âresinde
Bakıcak dîdâr görünür
Ol şârın kenâresinde
Nâgehân bir şâra vardım
Ol şârı yapılır gördüm
Ben dahî bile yapıldım
Tâş ü toprak âresinde
Tasavvufi anlam taşıyan bu şiir, bir ‘gönül şehri/ülkesi’ inşasından söz eder. “Ol şâr dediğim, gönüldür” mısrası, bir insanın inşasını hedefler.[2] Kostantiniyye’nin Fâtihi, Sultan II. Mehmet, “Hüner bir şehir bünyâd itmekdür / Reâya kalbin âbâd itmekdür” derken aynı hususa değinmiştir. Öncelik, kalp/gönül şehrinin imarıdır.
Teoman Duralı Hoca, kendisi ile yaptığımız bir sohbette, “Her millet, benliğini ermişlerine emanet eder” demişti. Demek ki, âlim olmak (ilim) yetmiyor, ârif olmak (irfan) da gerekli. Bu açıdan Hacı Bayram Veli ile ilgili şu anektod bilgi dikkat çekicidir. “II. Abdülhamid’in sır kâtibi Sami Evranosoğlu, Hacı Bayram-ı Veli’nin torunlarından Fuat Bayramoğlu’na 1940’lı yıllarda Padişahın şu cümlesini nakletmiştir: Biz Osmanlı hanedanı, ordunun koruyucusunun [hâmî] Hacı Bektaş-ı Veli; Anadolu’nun, devlet ve Osmanoğullarının koruyucusun Hacı Bayram-ı Veli olduğuna inanırız.”[3] Selçuklu ve Osmanlı topraklarında hemen her bir köşede veli (ârif) olarak görülen kişilerin türbelerinin, makâm kabirlerinin olması dile getirilen hususla ilgili olsa gerektir.
Hacı Bayram Veli’den feyz alan Eşrefoğlu Rumi’ye göre gönül şehrinin kurulması için şu yedi kale yıkılmalıdır: Hırs, haset, gazap, buhl (cimrilik), şehvet, kin, kibir. Şu yedi kale ise gönül şehrinin devamını sağlar: Hayâ, sehâvet (cömertlik), şecâat (mertlik), tevazu, hilm (akıllılık, usluluk), mürüvvet, kanaat, sabır, şükür.[4]
…
Her bir nebinin kendine mahsus mağarası (çilehâne ?) vardır. Dış dünyadan iç dünyaya yönelme, ‘kendini bilme’ süreci, iç dünyanın keşfi çabası hemen her peygamberin hayat hikayesinde görülebilir. İslam’da ‘itikaf’ ibadeti bu durumla ilgili görülebilir. Velilerin hayat hikayeleri, nebiler silsilesinin izlerini takip etmek şeklinde olduğu için benzer durumlar onların dünyalarında da kendini göstermiştir. Ashab-ı Suffe (ilim) ve Hira Mağarası (irfan) örnekleri, kitabın ve hikmetin ta’limi – nefsin tezkiyesi[5] ayetiyle uyum içindedir. Bu durum Gazzâlî’nin ahir ömründe, memleketi Tûs’ta, medrese ve hangâh inşa ettirerek ilim ve irfanı birlikte ele almak şeklinde tezahür etmiş ve bu anlayış, sonraki asırlarda medrese-tekke yapılanması olarak yansımıştır. Dış dünyanın dengesi ilim (akıl) ile, iç dünyanın düzeni ise irfan (gönül) ile mümkündür şeklindeki telakkide mezkûr anlayışı aramak lazımdır.
Gerek Osmanlı döneminde gerek Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında bir gönül dergâhı olan Hacı Bayram Veli Cami ve türbesi, her kesimden insanın ibadet ve dua etmek maksadıyla gittiği bir uğrak yeri olmuştur. Aynı yer günümüzde de Ankara’nın manevi kalbi konumundadır. Yunus Emre, “Âşıklar ölmez!” derken, gerçekte Hakk âşıklarının asırlar boyunca nice Allah kuluna manevi bir kılavuz olmaya devam ettiklerini dile getirmiştir. İç dünyalarında yeşeren lahûtî güzellikleri sevenleriyle paylaşmaları, dünyaya küsmüşler için cana can katan rahmet deryası, bir yönüyle sanki ‘için dışa zuhûrâtı’ gibidir.
DİPNOTLAR
[1] Nihat Azamat, “Hacı Bayram-ı Veli” maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 14, sf. 442-447.
[2]https://defter-i-ussak.blogspot.com/2017/10/calabim-bir-sar-yaratmis-iki-cihan-aresinde.html [Erişim: 12.01.2023]
[3] Mustafa Kara, Buhara Bursa Bosna (Şehirler Sufîler Tekkeler), İstanbul 2018, II. Bsm., Dergâh Yay. sf. 599.
[4] Kara, a.g.e., sf. 598.
[5] Bakara Suresi, ayet 151.