‘Ev’den ‘Yuva’ya Dönüşün Kapısı: Ailede Ramazan

3

Her toplumun kendine özgü bir karakteri vardır. Bu karakteri, onun kültürünü oluşturur. Sosyalleşme sürecinde kuşaktan kuşağa aktarılan kültür, ‘karakter taşıyıcı’ özelliğiyle, çok önemli bir işleve aracılık eder. Toplumsal karakterin sağlamlığı, kültürün gücüyle doğru orantılıdır. Karakterlerini muhafaza etmeyi, dinamik tutmayı ve kuşaklar arasında aktarmayı başarabilen toplumlar, kültürel özgünlüğünü ve özgürlüğünü korumuş olur. Böylece onlar, tarih sahnesindeki konumlarını tahkim etme yolunda da emin adımlarla ilerleyebilir. Bununla birlikte toplumun karakteri, kendisini oluşturan mikro birimler olarak bireylerin karakterinden bağımsız değildir. Bireyin karakteri ise toplumun mikro çekirdeğini/özünü oluşturan ailede şekillenir.

Karakter, anne karnından itibaren çevreden gelen etkilere açıktır. Bu etkilerle birlikte belli bir yöne doğru evrilmeye ve zamanla içinde bulunduğu atmosferin baskın rengini almaya başlar. Bu süreçte aile, karakter harcının karıldığı, şahsiyet, benlik ve kimlik temellerinin atıldığı bir inşaat alanı gibi çalışır. Karakter, bu temeller üzerinde yükseleceği için buradaki faaliyetlerin niteliği önemlidir. Çünkü inşaatın kalitesi, kullanılan malzeme kadar bu malzemenin nasıl kullanıldığına da bağlıdır. Başka bir ifadeyle, hem malzeme hem de işçilik kalitesi, yapının kalitesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu inşaatta, başlangıçta iki usta çalışır: Anne ve baba. İnşaatın temelleri onların ortak emeğiyle atılır, tuğlaları birlikte taşınır ve duvarları elbirliğiyle örülür. Elbette bu süreçte, büyükanne, büyükbaba, nine, dede, kardeş, hala, teyze, amca, dayı gibi başka usta ve işçiler de çalışır. Ancak buradaki en büyük emek ve işçilik bu iki ustaya aittir.

‘Aile apartmanı’nın fizibilitesinden planının çizimine, inşaat alanından malzeme seçimine ve seçilen malzemenin kullanım biçimine kadar tüm süreçlerin birlikte planlanması ve alınan kararların beraberce uygulanması gerekir. Planlama ve uygulama aşamasında işbirliği ve uyumun sağlanması, sürecin başarıyla yönetiminde önemli paya sahiptir. Ancak bu, tek başına yeterli değildir. Burada aynı zamanda iş güvenliğinin de sağlanmasına ihtiyaç vardır. Bu maksatla, ustaların kontrol ve önlem süreçlerinde de bulunması gerekir. Tüm bu süreçler tamamlandığında aile apartmanı, içinde huzurla yaşanır hale gelecektir. Elbette inşaat tamamlandıktan sonra da bazı eksiklikler tespit edilecektir. Bu aşamada da herkes, üzerine düşen görevi icra etmeye ve sorumluluk üstlenmeye devam etmelidir. Zira aile apartmanındaki huzurun kalıcı hale gelmesi, aile bireylerinin sürekli iyileştirme çabalarıyla mümkündür.

İnşaat/yapılanma sonrası süreçte görev, sorumluluk ve rol dağılımına ilişkin muhtemel çatışmaların çözümü, aile üyelerinin mutabakatıyla alınacak kararlara ve bu kararların eşgüdümlü, koordineli biçimde uygulanmasına bağlıdır. Aile bireyleri arasındaki uyum, ailenin sorun üretme ve çözme kapasitesini doğrudan belirler. Aile apartmanını geçici bir barınaktan meskûn bir ‘yuva’ya dönüştüren de, bu uyum kapasitesi ve kabiliyetidir. Söz konusu kapasite ve kabiliyet arttıkça, yuvadaki huzurun sürekliliği de artacak ve ebedi mutluluğun kapısı aralanmış olacaktır. İşte Ramazan, bu kapıdan giren çok özel misafirlerden biridir. Ailenin gelişini hasretle beklediği bu kutlu misafir, sayısız hediye ve ikramlarla elleri dopdolu bir halde haneyi teşrif eder.

Ramazan’ın gelişiyle birlikte, ailenin huzur katsayısı bir anda yükselmeye başlar. Gündelik ilgi ve telaşlar yerini sahici ilgi ve mutlu koşuşturmalara bırakır. Işıltılı gözler, pırıltılı bakışlar ve sevimli gülücükler birbirine karışır. Mütebessim çehreler adeta birbiriyle yarışır. Aileyi öylesine bir manevi huzur iklimi kuşatır ki, özellikle çocuklar bu kutlu misafirin ailelerinin yeni üyesi olarak evlerinden hiç ayrılmamasını diler. Çünkü ailede huzur ve mutluluk göstergelerinin zirvelerde dolaşması, rutinlerin hızla değişmesi herkesten ziyade onların hoşuna gider. Üstelik bu yeni durumda herkes halinden oldukça memnundur. Şikâyetler, sızlanmalar, yakınmalar ve hoşnutsuzluklar yerini istikrarlı bir yeni iklime bırakmış gibidir. Ev halkı, birbirine karşı eskisinden çok daha hoşgörülü ve anlayışlı davranmaya başlamıştır. Kavga-gürültü, hırgür kalmamış, herkes içine ve işine yönelmiş, mutlu ve huzurlu bir yolculuğa çıkmıştır.

Ramazan’da evin annesi adeta bir atom karınca gibidir. Her zamanki yoğun işlerine yenileri eklenmesine rağmen, şefkatli, sabırlı ve özverili davranışlarıyla yuvayı çekip çevirmeye devam eder. Evin babası ise, adeta bir kaptan pilot gibidir. Bu süreçte bir taraftan aile bireylerinin Ramazan rotasına uyumunu kontrol ederken, diğer taraftan eşiyle birlikte evini düzene koymaya, misafirlerini hoşnut edecek davranışlara katılmaya devam eder. Anne-babanın yuvaya olan bağlılığı, sevgisi ve ilgisi, misafirlerini memnun etmeye başlamıştır bile. Karşılıklı memnuniyet düzeyi artınca, yeni bir aşamaya geçilir. Bu aşamada Ramazan, sepetinde getirdiği hediyeleri birer birer çıkarmaya, aile üyelerine ikram etmeye ve onlarla paylaşmaya başlar. Bu hediyeler, ailede bolluk, bereket, esenlik, huzur ve mutluluk katsayısını yükseltmeye devam eder. Yuvanın rahmet, mağfiret ve kurtuluş umutlarının tazelenmesine katkıda bulunur. Buna mukabil korku, kaygı, endişe ve huzursuzluklarını birer birer teskin eder.

Çocuklar, Ramazan’ın kendilerine özel sevimli hediyeleri olduğunu gün geçtikçe daha iyi hissederler. Bu hediyeler arasında onları, özellikle evin rutin işleyişinin değişmesi mutlu eder. Bu sayede, anne-babalarıyla birlikte gecenin bir yarısı kalkıp ailece oturulan sofralara, kılınan namazlara, okunan Kur’an’lara, içtenlikli sohbetlere, dua ve yakarışlara katılmanın tarifsiz huzuruna yelken açarlar. Bu coşku atmosferi, misafirlerinden dinledikleri Ramazan hikâyeleriyle birleşince, çocukların keyifleri daha da artar, ilgileri pekişir ve merakları katlanır. Dolayısıyla bu misafirlikten, çok memnun kalırlar. Ve seçkin misafirlerinin hanelerinin bir parçası olmasını gönülden dilemeyi sürdürürler. Ancak günler ve haftalar geçtikçe, çocuklarının bu heyecanına yakinen tanıklık eden anne-babanın içini buruk bir hüzün sarmaya başlar. Zira onlar, çocukları henüz farkına varmasa da, ayrılık vaktinin yaklaştığını bilmektedir.

Nihayet ayrılık vakti geldiğinde diller lâl olup susar, gönüllerse hüzün diliyle konuşmaya çalışır. Kutlu misafirin gidişine engel olmak için kapıya asılması düşünülen kilit sanki ağızlara vurulmuş gibidir. Herkes o anda adeta dut yemiş bülbüle dönmüştür. Aile üyeleri mahzun gözlerini birbirlerinden kaçırmaya, evin kuytularında gözyaşlarını gizliden gizliye içine akıtmaya çoktan başlamıştır bile. Ancak bütün bunlar nafiledir. Yaklaşmakta olan gelmiş, vakit hitama ermiştir. Mahzun gönüller, birbiriyle helalleşir, zor da olsa yutkunarak vedalaşır ve gelecek yıl yeniden yaklaşık aynı vakitte buluşmak üzere sözleşirler. Ramazan’ı uğurladıktan bir süre sonra, ailede işler eski rutinine dönmeye başlayınca, anne-babalar çocuklarının Ramazan’a ilişkin hissiyatını ve tecrübelerini dinlemek ister. Bu süreçte onların ruh iklimine dokunan ve gönül tellerini titreten içtenlikli paylaşımları, anne-babalarının kalplerini yeniden diriltir ve gönüllerini ferahlatır. Zira maksat hâsıl olmuş, Ramazan üzerine düşen vazifeyi layıkı veçhiyle yerine getirmiştir. Ailenin payına düşen ise, ondan öğrendiklerini bir sonraki buluşmaya kadar geliştirerek korumaya ve yaşatmaya devam etmektir.

Aile, binayı ayakta tutan taşıyıcı kolonlar gibidir. İnşaatın kalitesinin kolonlarının sağlamlığına bağlı olması gibi, toplumların gücü de aile yapılarının sağlamlığından gelir. Aile, toplum iskeletini ayakta tutan omurgaya benzer. Omurga ne kadar düzgün durursa, beden de o ölçüde hastalıklara karşı dirençli ve sağlıklı olur. Aile, toplumun beyni ve yüreğidir. Toplumlar onun sayesinde düşünür, duyumsar ve geleceklerini güvenle tasarlar. Aile, değerdir. Toplumlar ona ne kadar değer verirse, o da o ölçüde kayda değer hale gelir. Aile, toplumun gönlüdür. Gönül huzurlu olursa, onu taşıyan toplum gemisi de huzurlu olur. Aile huzurundan yoksun kalanlar, kendilerini güvenle limana taşıyacak gemiden ve gemiyi hayata bağlayan can suyundan da mahrum kalır. Gemi için su ne kadar hayati öneme sahipse, toplumlar için de aile o derecede ontolojik/varoluşsal öneme sahiptir. Ailenin, kültürün kuşaklar arası aktarımında ve sürekliliğinde yerine getirdiği epistemolojik, etnolojik ve teolojik işlev ve roller ise müstesnadır. Hâsılı, aile bağları zayıf toplumların mahzun olması mukadderdir.

Aile, olağan zamanlarda olduğu gibi olağanüstü zamanlarda da tek güvenli sığınağımızdır. Bu dönemlerde kapılarını üyelerine, dostlarına ve ihtiyaç sahiplerine her zamankinden farklı açar. Onların yaralarını sarar, incinen gönüllerini onarır, dertlerine paydaş, paylaştıklarına sırdaş ve farklı toplum kesimlerine sağlıklı bir nefes olur. Bu süreçte aile, yeri gelir ihtiyaç sahiplerinin acılarını dindirmek için açılan hesaplarda karınca kararınca ve içtenlikli bir yardım olur. Yeri geldiğinde ise yoksulların, yetimlerin başını okşayan şefkatli bir el; zorlukları aşarken onlarla birlikte çabalayan cansiperane bir yoldaş ve sofralarında sımsıcak bir aş olur. Aile, birbirine sevgiyle bakan birkaç çift gözdür. Gönül alıcı, sımsıcak, içtenlikli ve içe işleyen bir sözdür. Aile, anadır, babadır, evlattır, kardeştir, dede, nene, hala, teyze, amca, dayı, torun torba, hısım akraba, konu komşu, mahalle, şehir ve bütün millettir. Ramazan’ın aileden başka sığınacak bir huzurlu limanı, ailenin de Ramazan kadar gelişini hasretle beklediği ve gidişiyle hüzne gark olduğu başka bir kutlu misafiri yoktur. Bu yüzden bizi biz yapan ne varsa, hepsi ve hâsılı mukaddes Ramazan ikliminin ateşini yeniden harlandırdığı aile ocağımızdadır. Ramazan’da daha da gürleşen ulu çınarın gölgesinde huzurlu, mutlu, özgürce ve kardeşçe nice Ramazan’lara vesselam…

Önceki İçerikDoğumunun 115, Vefatının 37. Yılında Necip Fazıl Kısakürek
Sonraki İçerikMümin Olmanın Fırsat Ve Nimetleri
Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Din Sosyolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Akademik kariyeri süresince Almanya, Avusturya, Macaristan, Slovakya, Kırgızistan ve Kazakistan’da proje ve araştırma amaçlı akademik faaliyetlerin yanı sıra, misafir öğretim üyesi olarak bulundu. Ankara, Hacettepe, Gazi, Bilkent ve Hacı Bayram Veli Üniversitelerinin çeşitli birimlerinde dersler, seminerler ve konferanslar verdi. Avrupa Birliği, TÜBİTAK, TÜBA, YÖK, TİKA ve MEB bünyesinde yürütülen çok sayıda projede görev aldı. Bu projelerin önemli bir kısmı, toplumun dezavantajlı kesimlerine yönelik psiko-sosyal destek uygulamalarının geliştirilmesine yönelikti. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde kısa süre önce tamamlanan Psikososyal Destek Programlarının Yenilenmesi Projesi’nde çalıştı. YÖK tarafından yürütülen üniversitelerde kalite kültürünün geliştirilmesine yönelik çalışmalara da Ankara Üniversitesi Kalite Komisyonu üyesi ve İlahiyat Akreditasyon Ajansı (İAA) başkan yardımcısı olarak aktif katkıda bulunmaya devam ediyor. Ulusal ve uluslararası düzeyde yayımlanmış makaleleri, bildirileri ve kitapları bulunmaktadır. Çalışmaları; bilgi, kültür, din ve değerler sosyolojisi alanlarında yoğunlaşmaktadır. İngilizce ve Arapça bilen Çapcıoğlu, evli ve iki çocuk babasıdır.

3 YORUM

  1. ” Aile o aile ola “inşallah . Temeli sağlam olmayanlar yada olamayanlar da inşallah rabbim nasip etsin de bu guzelli tadsinlar . Kaleminize sagli sayın hocam

  2. Sağlam bir toplumun oluşmasında etken olan faktörleri ve bunun için gerekli olan süreçlerin yerinde ve zamanında kullanılmasının önemine vurgu yapan harika bir yazı!
    Ramazan’ın manevi ikliminin toplumu oluşturan her aileye ve bireyine vermiş olduğu huzur iklimine dikkat çekilmekte.
    Bu yazının bir sonraki Ramazan ayına kadar dikkat edilmesi gereken noktalara işaret etmektedir ki saklanmaya değer olarak görüyorum, hocamıza emeği için teşekkür ediyoruz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here