Mümin olmak, bir insana hem dünyada hem de ahirette büyük fırsatlar ve paha biçilmez nimetler sağlamaktadır.
Evvela mümin vasfına sahip olmak, en büyük fırsat ve nimet olan Allah’ın dostluğunu kazandırmaktadır. Cenab-ı Hak, mümin kullarına olan bu dostluğu, “veli” tabiriyle ifade buyurmaktadır. Bir de Mevla (c.c.), iman edenlere olan dostluğunu müjdeledikten sonra bunun paha biçilmez ilk sonucunu da onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmakla beyan buyurmaktadır.
Malum olduğu üzere, bu hususla ilgili ayet-i kerime şöyle başlamaktadır:
الله ولي الذين آمنوا يخرجهم من الظلمات إلى النور
“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara 2/257) Bu bağlamda şu mutluluk verici iki hususa işaret etmekte fayda vardır:
1. Bilindiği üzere dostluk, daima müşterek olma özelliğine sahiptir. Bu durumda, Allah müminlerin velisi olduğuna göre hiç şüphesiz mümin de Allah’ın velisidir. Bu sıfatla da karanlıklardan nura çıkmakla mükâfatlandırılmaktadır. Bu ise müminin Mevla katındaki en büyük kerametidir. Çünkü keramet; itibar, değer ve saygınlık demektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadisinde müminin Allah katındaki büyük kıymet ve değerinden söz etmektedir. Bu itibarla her mümin Allah katında bir veli, yani dosttur ve küfür ile menhiyatın karanlığından imanın ve sâlih amellerin nuruna çıkarılma kerametiyle taltif edilmekle müjdelenmiştir. Bu keramet insanların nispet ettiği değil, doğrudan Allah’ın müjdelediği en büyük keramettir. Zira bu ilahi müjdeden daha büyük keramet olamaz. Nitekim başta hadisler olmak üzere, kerametin alameti, biçimsel form, yani görkemli kılık kıyafetler değildir. Bir hadis-i şerifinde Hz. Peygamber şöyle buyurur:
رُبَّ أشعثَ أغبرَ مدفوعٍ بالأبواب، لو أقسم على الله لأبره.
“Başı, üstü dağınık ve toz duman içinde olan nice kimse vardır ki Allah’tan yeminle bir şey istediği zaman Allah onun yeminini yerine getirir.” (Buhari, Rikak, 113/8, 6547; Müslim, Rikak, 2096/4, 2967) Bu arada velilerin en büyüğü olan Kutup bahsine baktığımızda onun ayırıcı vasfının şekil ve şemail değil, aksine hâl olduğunu görürüz. Hatta onun vasfında somut olarak şöyle denilmiştir: O bazen cahil görünümünde âlim, geri zekâlı görünümünde zeki bir insandır. Onun giyim kuşamında gösteriş ve şaşaa yoktur. Aksine gizlilik ve humul vardır. Hatta o karşımıza bir هم al veya çöpçü kılığında da çıkabilir.
Ünlü sufi ve mütefekkir Sa’di de dervişlikte şeklî, dervişane giyim kuşamı değil, derviş sıfat, yani derviş hâlli olmayı esas alarak şöyle demiştir:
دلقت بچه کار ایدو تسبیح و مرقع
درویش صفت باش و کلاه
“Senin derviş kıyafetin, tesbih ve yamalı elbisen ne işe yarar!..
Derviş sıfat ol da istersen Tatar külahı giy.” (Sa’di, Gülistan, II. Bab, Dervişlerin Ahlakı)
2. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin geneline bakıldığında, Allah cehennemle tehdidi müminlere değil, büyük bir ekseriyetle başta müşrikler ve peygamberlere karşı gelenler olmak üzere, kâfirlere yönelik olarak yapmıştır. Müminlerden söz ederken ise daima şefkat, merhamet, mağfiret ve afv üslubunu kullanmıştır. Buradan hareketle müminin her halükarda ebedî saadetten ümitvar olması için çok sebep vardır. Zira Allah, ölçüyü daima müminin lehine koymuştur. Örneğin bir hatasını bir günah olarak ölçerken, bir iyiliğini en az on sevapla, ayetteki sümbül (başak) tasvirinde olduğu gibi bazen yüz sevapla, bazı hadislerde yer aldığı üzere bazen de yedi yüz sevapla ölçmüştür. Müminlerin günahlarını bağışlamaya gelince, başta:
إن الله يغفر الذنوب جميعا
“Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer 39/53) ve:
إن الله لا يغفر أن يشرك به ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء
“Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Onun dışındakileri ise istediğinde bağışlar.” (Nisa 4/48) ayetleri olmak üzere, pek çok delil, mümine büyük iyimserlikler bahşetmektedir. Netice itibarıyla, gerek ayetlerden gerekse de hadislerden hareketle söylenebilecek husus şudur:
Bu konuda kurtuluşun anahtar rolüne sahip olan unsur ve temel şart imandır. Elbette ki iman olunca beraberinde Allah’ın azabı ve gazabından sakınmayı sağlayan ilahi rızaya uygun güzel hâl ve hareketler de gelecektir.