Amentü: Vahyin Süzgecinden Şiire Damıtılmış Felsefe -I-

0

Amentü, bir İsmet Özel şiiri. Şiire bir okur olarak emek veren herkesin Modern Türk şiirinin zirve şiirlerinden biri saymaktan imtina etmeyeceği has bir şiir. Klasik şiirden hem biçim hem öz bakımından oldukça farklı olan bu şiirin, bazı işaretlerini, bazı sorularını felsefî bir temayülle çözme çabasının ürünü olan bu yazı iki bölümden oluşacaktır; ilk bölümde Özel’in poetikasına yönelik onun şiir üzerine yaptığı tahlillerden hareketle bir vuzuha kavuşturma denemesi yapılacak, ikinci bölümde şiirin şerhine geçilecektir.

İsmet Özel’in şiir anlayışını anlama çabası niye önemli? Bu sorunun Özel’in şahsını aşan bir boyutu var. Gerek modern gerek klasik kurumlarda İlahiyat eğitimi alan öğrencilerin modern Türk şiirine yönelik hatırı sayılır oranda bir “anlamsızlık” veya “anlaşılmazlık” atfında bulundukları ve dolaysıyla onunla bağ kurmaktan geri durdukları, onlara modern şiire dair bir zevk, bir meleke kazandırma derdindeki herkesin kolayca karşılaştığı bir durumdur. Oysa modern şiirin sağlamaya çalıştığı “kendilik bilgisi” ile insandaki ilahiyat yönelimleri arasında sıkı sıkıya bir ilişki var. Bu yüzden modern şiirle bağ kurmanın kendisine en çok yakışacak kesimin belki de en başında ilahiyat meseleleri ile iştigal eden insanlar gelir. İşte, Özel’in özelinde bu meseleyi vuzuha kavuşturma gayreti, genel düzeyde de bu soylu akrabalığın bilgisine ve bilincine vardırabilir.

Özel, Batı’da Dante’yle Anadolu’da Şeyh Galib’le başlayan modern şiiri, kendisine kadar gösterdiği bütün gelişmelerle birlikte tevarüs eden ve ona kendi özgün şairlik dehasıyla yeni imkânlar açan, önceki açılan imkân yollarını da genişleten büyük bir şairdir. O halde sorumuzu hemen soralım: Modern şiir nedir?

Modern şiir ifadesi bir sıfat tamlamasından oluşuyor, bir tamlamayı anlamanın en sağlık yolu önce ondaki daha genel kavramı belirgin hale getirmektir. Bu durumda önce “şiir nedir?” sorusuna bir cevap arayalım ve diyelim ki: “Şiir” de felsefe gibi insan gerçeğini, insan olma durumunu kendi başına ele almanın özel biçimlerinden biridir ve bizim inşa edilmiş mantık yapılarıyla karşı karşıya gelmeden sahip olduğumuz doğal düşünme ve idrak biçimimizden neşet eder. Dolayısıyla derinlemesine bir kavrayış faaliyetini sürdürmemize, bazı şeyleri doğrudan ve bütünsel bir şekilde kavramamıza yardımcı olur. Çünkü şairlerin zihin dünyasında analitik bir çözümlemeye yer yoktur, orada “hayat”ın parçalara ayrılması kabul edilmez. Hatta maddî-manevî, düş-gerçek şeklindeki ayırımlar da hakikî görülmez. Orada etik, estetik ve epistemolojik eylem alanı birbirinden ayrılmaz şekilde iç içedir. Bu yüzden “şiir bütünden gelir ve yüzü hep bütüne dönüktür”.

Bir şiirin mahsus bir ‘tema’sının, belli bir ‘konu’sunun olmayışı tam da bu yüzdendir. Zira o, tıpkı doğada serbest bırakılan bir çocuğun varoluşsal bir yönelim ve merakla ağaçlara koşması, koşarken yerdeki çiçeklere eğilmesi, hemen ardından suya yönelmesi gibidir. Kendi mahsus varlığını alıp bir bütün olan “varlığın” içine katmaktır. Binaen aleyh, şiir insanoğlu için hayatta kalmayı mümkün kılan düşünme kalıplarının terbiye edici, kısıtlayıcı, kesip şekil verici etkisine kendisini açmaz. Parçalara ayırıcı, ölçüp biçici aklın (intellect/müdrike) baskısı altında ezilmez. Bu husus da “şiir”in bizim için yeni bir kavrayış, yeni bir bilinç alanını açıcı bir karakterde olmasını sağlar. Kuşkusuz ki, şiir de bir bilgilenme türüdür. Ama o, “intellect”le değil, logosla  -yani aynı anda ve birbirinden tefrik edilmeyecek şekilde hem söz hem akıl hem mantıkla- ilgili bir meseledir. Bu sayede şiir, bizim dağılmış olan beşerî durumumuzu kendi içinde toparlar ve varoluşsal kaygılarımızı cem eder.

Binaen aleyh, rahatlıkla denilebilir ki, şiir asla önceden belirlenen bir şemanın, konvansiyonel mantıkî kurallar içinde kalan, malum olandan hareketle meçhulün bilgisine varmaya çalışan bir akıl yürütmenin ürünü değildir. Bilakis doğal ve olağan hayat içinde bilince çarpan şeylerin, insanda dipten dibe sürekli akış halinde olan varoluşsal kaygının ve dolayısıyla iştahlı bir merakın içinde demlenip veciz ve estetik bir söz olarak dışa vurmasıdır. Bu dışa vuruşla şiir bize bir bilgi, bir haber vermeyi amaçlamaz. Bize şimdiye kadar miras aldığımız bilgi birikiminin dışına çıkarak “varoluşa” bakma imkânını sunar ve eğer onun tarzıyla varoluşa bakarsak, “var olmanın”, “insan olmanın” manasına diğer bilgilenme yollarından daha tesirli bir şekilde nüfuz edeceğimize işaret eder.

Şiirin özgül bir mantığı olduğunu ifade ettikten sonra haklı olarak akıllara şöyle bir soru gelecektir: “Şiirin özgül bir mantığının varlığını iddia etmek ile şiirin ‘intellect’in süzgecinden geçme ve ‘dil’ ile temas kurma zorunda olmasını nasıl telif edilebiliriz? Zira hem intellect hem de dil büyük oranda sınırlayıcı ve kalıplara hapsedicidir.” Şiirin intellecte de, dile de riayet etmek durumunda olduğu doğrudur. Ama şiir bu riayeti, onların bütün sınırlarını, konvansiyonel kurallarını sonuna kadar zorlayarak yapar. Böylece kendi mahiyetine uygun özgül bir mantık geliştirir. Bunu da büyük oranda bünyesindeki temel bir unsur olan “imge” sayesinde gerçekleştirir. Zira -Özel’in benzetmesiyle- imge güzel ve çılgın bir at gibi serazat ve zaptedilmezdir. Akıl ve dil onu sadece dizginlemeye çalışır, onun tabiatına hükmedemez.

Modern şiire gelince, güçlü bir şekilde vurgulamak gerekir ki, modern şiir klasik şiirin doğal bir uzantısı değildir. Gerçekliğe yönelik alternatif ifade imkânı olmaları yönünden aralarında çok genel düzeyde ortak bir yön varsa da gerek öz gerek biçim bakımlarından birbirlerinden oldukça farklıdırlar ve nerdeyse tek ortak tarafları “şiir” olarak isimlendirilmiş olmalarıdır. Şöyle ki, modern şiir kendisini her şeyin konvansiyonel olanından (dil, mecaz, mantık, vb.) titizlikle uzak tutar. Tek insana özgü bir dil, mantık ve imgelemle içten ve içerden bir bilgi ortaya koyar. Şair, benzeri olan insanla ona yönelerek değil, bizzat kendi içinde olana yönelerek iletişim kurar. Çünkü muhataba etki etmeyi sağlayan şeyin dışarda veya muhatapta değil, bizzat insanın içinde saklı olduğunu kabul eder. Böylece şair kendi biricikliğinden kaynaklanan bu bilgi ve bilinç durumunu bütün insanlara (belki de aynı niyet ve bilinci, aynı kaygıları taşıyan bütün insanlara demek gerekir) ulaşan bir işaret olarak ortaya koyar.

Öte taraftan modern şiirin tanımlayıcı niteliği, klasik şiirin aksine, onun dünyaya gösterilen organik bir tepki olmasıdır. Modern şiir, mekanizmaya karşı organizmanın ve totaliter rasyonalitenin kurduğu yapıntı zihin dünyasına karşı tüm zenginliğiyle, bütün boyutlarıyla insanın idrak ve sezgi güçlerinin tepkisidir. Keza, modern şiirde “dil”in kullanımı da -klasik şiirde kafiye ve vezne verilen önemin aksine- kelimeye verdiği olağanüstü önemle öne çıkar. Kelimeler, modern şiirde insanın varlık alanını betimleyici birimlerdir, bu yüzden dış dünyadaki birebir karşılıklarıyla değil, bilakis kendilerinden kurulan farklı terkiplerle “yeniden ifade edilemez”, “başka kelimelere tercüme edilemez” olan bir yapıyı kuracak şekilde kullanılırlar. Modern şiirin kelimeye oldukça büyük bir önem veren, ona alabildiğine geniş bir yer tanıyan bu yönelişi neticesinde fiillerin spesifik kullanılışı, takıların son derece ayrıntılı ele alınışı, tamlamaların alışılmadık biçimde kullanılması ve hazfedilmesine anlam yüklenerek ibareden bazı kelimelerin eksiltilmesi yeni anlatım imkanları ortaya çıkarmıştır. Binaen aleyh, modern şiir perspektifinde “nazım” şiirin süslü, vezinli, kafiyeli olması yüzünden nazım değil, bilakis en uygun, en gerekli ifadeyi ortaya çıkardığı için nazımdır.

Modern şiirdeki bu durumların tam aksine klasik şiir büyük oranda konvansiyonel bir yapıya sahiptir. Zira topluluk kültürünün bir parçası olarak vücûd bulmuştur. Bu nedenle içinde ortaya çıktığı toplumun anlamı ve değerleriyle büyük bir uyum göstermiştir. Nitekim gerilediği dönemlerde gittikçe “manzumeleşmiş” ve söz sanatlarındaki ustalıkla bazı genel-geçer doğruları öğretmeye temayül etmiştir. Klasik şairlerin dil ve üslup tercihleri ise geleneksel toplumlarda hayatın bir çevrim içinde dönmesine koşut bir şekilde tezahür etmiştir. Klasik dönem şairleri kendi varlıklarını, kendilerinden önceki şairlerin üsluplarını, örneklerini yeniden canlandırarak teminat altına almışlardır. Oysa modern şiirde -yukarıda da işaret edildiği üzere- durum bunun tam tersidir. Modern şiirin şairi, öncekilerin şiirlerinden farklı bir şiir yapısı kurarak kendisini vücuda getirir. Söz konusu farklılık bazen önceki şiirlere bir tepki olarak, bazen de onların açtığı yolları genişletmek suretiyle tahakkuk eder.

Pekiyi, madem modern şiirde imge, değişip yenilenme, şaire özgülük ve özgül bir mantık bu kadar baskındır, o halde modern şiiri anlamak ne demektir ve nasıl mümkündür? Her şeyden önce ifade edilmeli ki, modern şiirde “belirsizlik” esastır. Belirgin bir anlam ifade eden metin modern şiire göre şiir değil, nesirdir. Ama bu belirsizlik mutlak değildir, bilakis okurun o metni kendi yazmış gibi anlamlandırabilme, kendisine mal edebilme imkânına sahip olmasıyla mukayyettir. Bu yüzden modern şiir, şairin getirdiği ile okurun bulduğunun özdeşleştiği yerden parlar. Modern şiirde “anlama etkinliği” bireye mahsustur. Bu nedenle kuralları konulamayan bir alanda cereyan eder. Nitekim bu yüzden olsa gerek ki, modern şairler sıklıkla “şiir, çok anlamı sever” hatırlatmasını yaparlar. Bunun yanı sıra modern şiirde sadece şairin söyledikleri değil, söylememeyi tercih ettikleri de şiirin anlamını oluşturur. Yani “hazf olgusu” da bir anlam oluşturma faaliyetidir. Tıpkı heykeltıraşın yaptığı gibi, onun inşa ettiği esere sadece dolu bıraktığı yerler değil, aynı zamanda yonttuğu, boş bıraktığı yerler de suret ve anlam kazandırır.

Modern şiiri anlamak için elbette ön hazırlıklar, bilgiler hatta zihnî egzersizler yapmak gereklidir. Ama asıl gerekli olan, şairle ortak bir duyarlığı paylaşmaktır. Hayattan zevk almayı tek öncelikleri haline getiren yığınların aksine, hayatı anlamlandırmayı ve insan olma durumunu anlamayı yegâne öncelik olarak seçmektir. Hayatın idamesini değil, hayatın anlamlı olmasını önemsemektir. Bu doğrultuda modern şiirin -özellikle modern Türk şiirinin- tadına varmak için teknolojinin varlık ile akıl arasındaki bağı koparmış olmasından, bilim ve felsefenin “varlığı”, kâinatı ve insanı bütünlüklerini yitirecekleri denli parçalamasından, insanın başka bir insanın bilgi nesnesi addedilmesinden, modern dünya düzenindeki öldürücü ruhu içinde asimile olmaktan rahatsız olan bir duyarlığa sahip olmak gerekir. Yoksa konformist ekabirin müfsit değerleri içinde bilincini ve ahlakını yozlaşmaya, çürümeye bırakan insanların idrak seviyeleri hiçbir zaman bu şiiri tadabilecek, ondan haz duyabilecek bir yüksekliğe erişemez.

Burada Özel’in şiiri “anlama”nın ne demek olduğuna yönelik yaptığı bir tasvire yer vermek, meseleyi biraz daha somut ve anlaşılır kılabilir. İki arkadaşın genişçe bir merdivenden indiğini düşünelim. Birinin ayağı burkulup düşüyor ve merdivenden yuvarlanıyor. Yanındaki arkadaşı korkuyla, telaşla, heyecanla yanına gidiyor ve arkadaşını omuzlarından kaldırıp ona “bir şey söyle, bir şey söyle” diyor. Ve düşen arkadaşı gözlerini açıp bir şey söylüyor. İşte, o söylediği şeyin ifade ettiği anlam neyse şiirin de ifade ettiği anlam odur. Yani onun ne söylediği önemli değil, zira bir mırıldanma, bir acının ifadesi, bir hezeyan olabilir, önemli olan o söylediği şeyin onun canlılığını gösterdiği gibi arkadaşının da yüreğini ferahlatıyor olmasıdır. Bu tasvir şiirle gerek şair gerek okur olarak soylu bir bağlantı kurabilmek için bir merdivenden inmenin (anlamı bulunduğu derinlikte bulma zahmetinin), bir arkadaşa sahip olmanın (hakikat ancak iki kişi arasında tezahür eder zira) ve dilin (söylenenin, şiirin) sadece bir işaret olarak, kıymetli ve önemli bazı diriliklerin varlığına bir işaret olması hasebiyle görülmesinin lüzumunu belirgin kılmaya matuftur.

Bu tasvir aslında niye şiir okuduğumuzu da gün yüzüne çıkartıyor. Şiir okuruz, çünkü şiir, sosyal hayat içinde ve zihinsel algılama düzeyinde parçalara ayrılan insanoğlunun “bütüne” olan özlemini giderir, ona bir bütüne ait olduğu hissini yaşatır. Özel’in ifadesiyle “her şiir, insanın bütüne olan hasretini kamçılar.” Şiir, bizi çağımızla bir iletişime sokup bizzat kendimizle hesaplaşacağımız bir alan açar. Konusu ve ‘tema’sı olmasa bile -bilhassa modern Türk şiiri, ahlaki amaca yönelik olduğundan- bireye bilgelik ve güzellik alanlarını işaret eder. Buna dair ondaki inanç ve umudun hep tetikte olmasını zorlar. Şiir okumanın bu çağa özgü olarak temin ettiği en manidar kazanım, bilimsel ve felsefî bilgiyle yetinmenin güdükleştirici tarafını fark etmemizi sağlamasıdır. Belli bir metodolojik disiplin içinde (Aristo mantığı, bilimsel yöntem vb.) yürütülen düşüncenin hakikate ulaşmada elverişsiz veya gereksiz olmasa da yalnız başlarına yeterli olmadığını bildirmesidir.

Günümüzde modern şiirin çektiği anlaşılma sıkıntısı büyük oranda kapitalist sisteme entegre edilmek üzere dört bir koldan insanların kafasına sokulan dünyada bulunuşumuzun, insan durumunun bize verilişinin gayesinin -eğer varsa- daha çok şeye sahip olmak ve dolaysıyla daha çok haza ulaşmak olduğu şeklindeki kanaattir. Bunun bir sonucu olarak -Özel’in belirlemesiyle- çağımızda hızla politize olan kültürü vasat adamın ortalama anlayışını ölçüt saydı. Ortalama anlayış ise amiyane bir kartezyen yaklaşımdan başka bir şey değildir. Okur, modern şiiri anlamak/tatmak istiyorsa onun birçok insan için büyülü bir öneme sahip olan “intellect”i aşması elzemdir.

Modern şiire dair bu mülahazaların ardından İsmet Özel’in şiirine dair, yine ipuçlarını bizzat onun kendisinden alarak bir değerlendirme yapabiliriz. İsmet Özel şiirine ciddiyetle ve uzun zaman eğinildiğinde hayret ve hayranlıkla görülür ki, o dokuduğu şiirde daha ilk örneklerinden itibaren şiir kaynaklarının yanı sıra kutsal kitaplardan tutun felsefe tarihine kadar çok sayıda ve çeşitte iplik kullanmıştır. Bu durum ilginç bir şekilde o, marksist ideolojiye sahipken de böyledir. Özel, şiirini kurarken hiçbir ayırıma gitmeksizin, bahusus ideolojik ayırımdan uzak durarak insanlığın bütün geleneğinden istifade etmekten geri durmamıştır. Onun ilk şiirinin yayınladığı 1963 yılını dikkate aldığımızda onun şiir dünyasına girdiği dönemde modern Türk şiirinin rüştünü idrak etmiş ve olgunluğuna ermiş olduğunu görürüz. Özel o bitimsiz tecessüs ve merakıyla bu olgun şiiri çok iyi özümsemiş, bu şiiri ortaya koyan şairlerden gerek ikinci yeni diye adlandırılan akıma mensup şairler olsun, gerek Metin Eloğlu gibi sistemin uzağında tutulan şairler olsun bütün has şairlerden istifade etmiştir. Bu kavrama, kapsama ve özümsemeden sonra onlarda eksik gördüğü şeyleri kendi şiirlerinde tamamlama yoluna gitmiştir. İşte, İsmet Özel’i -benim ve başka birçok kişinin kanaatine göre- Türk şiirinin son asırdaki en büyük şairi yapan şey, tam olarak bu üç paha biçilmez hususun bir araya gelmesidir: Fıtrî kabiliyet, doymak bilmeyen bir tecessüs ve rüştünü idrak etmiş bir şiir muhiti.

İsmet Özel’in şiiri o Marksist iken de Müslüman olduktan sonra da içinde bulunduğu topluma, beraber yaşadığı insanlara sırt çevirmemiştir. Özel’in şiiri tıpkı onun zihni gibi bu toprakların geleneksel kültüründen ayrılmayı hayatının hiçbir döneminde kabul etmemiştir. Nitekim o, şiirlerini kendisinden önce gelen Turgut Uyar ve onun ayarındaki modern Türk şiirinin büyük şairleri gibi Türk şiirinin özgün anlatım olanaklarını çoğaltan, Türkçenin inceliklerine büyük bir ilgi duyan, şiire yeni bir tat ve duyarlık getiren bir özenle yazmış, ama onlarda eksik bulduğu önemli bir şeyi dikkate alarak şiir yolculuğunu sürdürmüştür. O da içinde doğduğu, birlikte yaşadığı insanların kültürünü asla hor görmemiş olmasıdır. Bu yüzden söz konusu şairleri, bu şairler her ne kadar “edebi bir teknik olarak” edebiyatımıza hizmet etmişse de bir düşüncenin uzantısı, mahsus bir dünya görüşünün uzantısı değiller, “bu yüzden de onlar Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede toplumun atar damarı, vicdanı olamamışlardır” diye eleştirmiştir.

Bu eleştiriyi genç bir sosyalistken yapan Özel’in şiiri, bilhassa bu yüzden bir kavga şiiridir. İçinde yaşadığı toplumun “ontolojik kaygılarıyla” ve bu kaygıların toplumu sevk ettiği savaşlarıyla tüm benliğiyle ilgilidir. Sağlam zeminini halkının dünyasında bulmuştur onun şiiri. Halkının varoluş şartlarını, hayat hakkını, hasretlerini, kaygılarını ve dünyaya bakış tarzını şiirinin dokusu haline getirmiştir. Öyle ki halkının varoluşu ile kendi varoluşunu birbirine göbekten bağlamıştır.

Bu varoluşsal irtibat onun şiirinde öylesinde güçlüdür ki, milleti adına bir sorumluluk yüklenip milletini kayırmış, bir haksızlığa uğradığını düşündüğü halkının ve kendisinin öcünü almak için şiir yazmıştır. Halkını ve kendisini ifsat edeceğini düşündüğü bütün değerlere karşı ayak diremiş, bu ayak direyişini gittikçe daha sağlam, daha sabit kılmak için “varlık”, insanlık durumu ve insanın dünyada tuttuğu yere ilişkin kaygıları hakkında sürekli bir sorgulamaya girmiştir. Böylelikle, şiiri bir hak arama diline dönüştürmüştür. Onun şiirle davasını güttüğü özsel gaye, Türkiye’nin bir kimliği, kişiliği ve kendisine özgü bir yolunun olmasının gerekliliğidir. Denilebilir ki, o yazdığı şiirlerle halkın hem davasını hem de zevkini birlikte savunma derdindedir.

İsmet Özel’in şiir anlayışını tebellür ettirmeye çalışan bu birinci bölümün sonunda bilimin de, felsefenin de, şiirin de mukayyet olduğu şu hususu hatırlatmak isabetli olacaktır: İnsanoğlu dünyaya “anlamak, anlayabilmek” üzere bırakılmıştır. Ruz-i mahşerde “basar ve basiretinin” önündeki gayb perdesi kalkmadığı müddetçe onun tüm söyledikleri sadece neyi ne kadar anladığının itirafı olmaktan öteye geçemeyecektir.

Önceki İçerikMerhum Hocamız: Mahir İz
Sonraki İçerikDivan Şiirinde Tasavvufî Muhteva
Muhammet Ateş, 1984’te Konya’nın Cihanbeyli ilçesinde doğdu. Klasik usulle İslami ilimler tahsil etti. 2002’de tekmil-i nüsah edip ilmî icâzet aldı. 2009’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2009 ile 2013 yılları arasında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Arapça okutmanlığı yaptı. Uludağ Üniversitesinin Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Felsefesi Bilim Dalı'nda hazırladığı Taha Abdurrahman’da Modernite Düşüncesi başlıklı teziyle 2017 senesinde yüksek lisansını savundu. 2018 yılında başladığı doktora çalışmasını “Mantık ve Fıkıh Usûlü İlişkisi” isimli tezini hazırlayarak sürdürmekte ve Dumlupınar Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır. Halihazırda doktora çalışmasının yanı sıra “dil felsefesi” ve “geleneği okumada yöntem arayışları” gibi konular üzerinde çalışmaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here