Divan Şiirinde Tasavvufî Muhteva

0

Divan edebiyatı, Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra İslâm medeniyetinin ilim, inanç ve kültürü etkisinde ortaya çıkan bir edebiyat türüdür. Bu tür hakkında birçok isimlendirme yapılmış ama aralarında en çok tutulanı “divan edebiyatı” olmuştur.

Tasavvufun da mutasavvıflar tarafından, hâl durumlarına göre pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlar arasından herhangi birini seçmek yetkisinde olmamakla birlikte, tasavvufun kimilerince söylenmiş “helal ve haram sınırını aşmış olmak” değil; helal ve haram dairesi içerisinde bulunduğu hâlde, sınırlandırılmış hissiyatında olmadan, ilâhî rızanın doğrultusunda, hayatın acı bir durak olduğunun idrakiyle ve sevgiliye kavuşmanın hasretiyle yaşayanların hâl ilmi olduğu kanaatindeyiz.

Hâl ilmi olması itibarıyla tasavvufun anlaşılması için yaşanmasının ve tadılmasının yanı sıra, söz ve yazıyla anlatılan bir tarafı da vardır. İşte bu anlatım da kimi zaman sohbet ile kimi zaman kâğıt ve kalem ile olmuştur. Tasavvufun her alanda olduğu gibi şiir ve edebiyata etkisi de böylelikle görülmektedir. Edebiyatın ve şiirin bir düşünce dünyası oluşturmasının da yaşamın her alanından etkilenmesinin sonucu olduğu söylenebilir. Fakat fark edilecektir ki edebiyatı etkileyenler arasında, tasavvufun önemli bir yeri ve bunu ispatlayan müstakil bir alanı vardır: Tekke/Tasavvuf edebiyatı. Biz ise bu yazımızda tekke edebiyatından değil, bilhassa divan edebiyatı içerisindeki tasavvufî muhtevadan söz edeceğiz. Elbette bu ayrımın da iç içe girmiş birçok alanda olduğu gibi keskin sınırları olduğunu söylemek zordur.

İslâm’ın temel gayelerinden biri dini anlamak, yaşamak ve anlatmaktır. Hâl böyle olunca da edebiyatımız içerisinde, Müslümanlığın derdiyle dertlenmiş kişileri yani kimi zaman şeyhülislamları kimi zaman vaizleri kimi zaman şeyhleri edebiyatın içinde görmekteyiz. Fakat bunlar arasında en çok sûfîler kendilerine yer bulmuşlardır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm, hadis, mitoloji, ilim, astronomi ve tıp gibi çok geniş bir alandan beslenen divan şiirinin kaynaklarından biri de tasavvuftur.

Tasavvuf edebiyatı ile divan şiirindeki tasavvufî etki arasındaki farkları şöyle listeleyebiliriz:

  • Tasavvuf edebiyatında sûfîler, sözü bir araç kılarak maksada odaklanmışlardır. Oysa divan şiirinde sözü daha da güzel kılmak için tasavvufî ifadelere yer verilmiştir. Elbette bunun istisnai durumları da söz konusudur. Bazı divan şairlerinin tasavvufa intisap etmesi gibi.
  • Yukarıda ifade ettiğimiz gibi tasavvuf edebiyatında esas olan mânâdır. Divan şiirinde ise sözün hüneri ve sanatın ihtişamı önemlidir. Bu yüzden divan edebiyatı teknik açıdan üstünlük arz etmektedir. Belli kuralları olan divan şiirinde şair, bu kurallar içerisinde bir sihri ortaya koyar. Tasavvufî edebiyatta ise sihre tanık olmanın cezbesi, sûfîyi yazıya zorlar. Prof. Dr. Bilal Kemikli’nin ifadesiyle sûfî şair, tecrübesini ortaya koyar diğer şairler ise şiiri bina eder.
  • Âşık ve zahid tipleri, her iki alanda da kullanılmaktayken tasavvuf şiirinde, rakîbe pek rastlanmamaktadır.
  • Tasavvuf edebiyatı halkı irşada çağırmak niyetinde olduğu için, muhatabı olan halkın diline yakın ifadeler kullanır ve şairlerinin çoğu ümmîdir. Divan edebiyatındaki şairlerin çoğu ise medrese bitirmiş, sultanlara, vezirlere ve yüksek zümrelere hitap etmişlerdir.
  • Tasavvuf şairleri, divan şiirine yeni bir kavram hediye etmiştir. Bu da “şathiye” türüdür.

Tekke edebiyatının aslî unsuru olan tasavvufun, divan şiiri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Cumhuriyet dönemi yazar ve şairlerinden Ali Canip Yöntem, “Divan şairi, tam sûfî olan tekke şairinden büsbütün farklıdır. Çoğu, hükümdar saraylarına mensup olan vezirlerin himayesiyle yaşayan bu adamlar, ömürlerini itikâfta geçiren dervişler gibi gönüllerinde vecdli, ateşli “mistik” tehassüsler besleyemezler. Tekke şiirinde tasavvuf bir iman, divan şiirinde bir fantezidir.” diyerek konuyu açıklamıştır.

Divan edebiyatı şiir edebiyatıdır. Şiir ise bu edebiyatta daha çok beyitler hâlinde kendini göstermektedir. Muhammes, murabba, müseddes ve rubâi gibi çok mısralı bentler de görülmesine rağmen divan edebiyatı deyince akla gazel ve kaside, buna bağlı olarak beyit gelmektedir. Beyit ise ev demektir. Mananın evi; iki kapılı dediğimiz, iki mısralı şiir yani beyittir. İslâmî Türk edebiyatında mananın çoğu kez beşeriyetle değil ruhaniyetle ifade edildiğine tanık oluruz. Nasıl ki hakikat aşkındır, hakikate giden yollar beşeriyetle sunulur; şiirde de mana aşkındır, mânâya giden yollar sözlerle sunulur. İşte sûfî şairler, bu düşünceyle sözü manaya hizmetkâr kılmışlardır. Bu kılış, sözün daha tesirli olmasını icap ettirmiştir. Ve böylece divan edebiyatı şairleri tarafından da sözün etkili kılınması için gereken her yol gibi tasavvuf yolu da denenmiştir.

Divan şairleri, oluşumunu daha önceki yüzyıllarda tamamlayan ve sosyal hayatı her alanda etkileyen tasavvufî yapıyı; doğrudan doğruya ya da teşbih, telmih, istiare ve mecaz gibi edebî sanatlar aracılığıyla kullanmışlardır. Tasavvufî yapının içerdiği renklilik ve derinlik, şiirin mana boyutunu olabildiğince genişletmiş, şairler için ardı ardına açılan zengin hayal dünyası oluşturmuştur. Çeşitli düşüncelerin yepyeni bağlarla farklı teşekküllerine imkân sağlanmıştır. Tasavvufî mecazlar, divan şiirinin varlığını uzun süre devam ettirmesine katkı sağlamıştır.

Şairlerimiz zihin dünyalarındaki cereyanları, kendilerini taşıyacak sözlere -dinî veya lâdinî ayırt etmeksizin- emanet ederek merama ulaşmaya gayret etmişlerdir. Bu sebeple zahiren dine yakışmayan çoğu ifade, içerdiği manayla mecazen ve çoğu zaman bu şiirin karakteristiğini oluşturan mazmunlar şekliyle divan şiirinde yerini bulmuştur. Bu mazmunlar içerisinde tasavvufî muhteva içerenlerin geniş bir kullanım alanı olduğu görülecektir.

Divan şiirinde geçen birçok kelime tasavvuf terimleri olarak değerlendirildiğinde; şarap, bâde ve meyin, ilâhî aşkı; âb-ı hayâtın ledün ilmini; mugun, derviş veya müridi; pîr-i muganın, mürşid veya şeyhi karşılamak için kullanıldığı görülür. Meyhaneden kasıt tekke veya dergâh; mahbub ve maşuktan kasıt ise Cenab-ı Hak’tır. Şem`, ilâhî nur; sâkî ve sârbân, mürşit; hum, humhane, kâse, kadeh, cam kelimeleri âşığın kalbi; mutrib de ilâhî hakikati öğreten kişi yani mürşiddir. Bunun gibi daha birçok terim farklı anlamlarda karşımıza çıkar.[1]

Kaplan Üstüner’in tasnifinden de yararlanarak divanlardaki tasavvufî unsurların birkaçından bahsedelim:

  • Tevhîd: Bir şeyi birlemek, bir kılmak anlamına gelir. Tasavvufî anlayışa göre, Allah’ı tasavvur ve tahayyül olunan her şeyden tenzih ve bir tutmaktır. Tasavvufa göre her şey Allah’ın zatıyla birdir. Mutlak varlığı ayrı tutmak ikilik ve şirktir. Tevhîd’in tasavvuf ehlince kabul edilen düşünce formu ise vahdet-i vücut anlayışıdır. İbn Arabî tarafından sistemleştirilen bu düşünce, bütün varlıkların mutlak vücut sahibi Allah’ın isim ve tecellisi olduğu inancına dayanır.
  • Aşk: Tasavvufta gerçek varlık Allah’a ait olduğu için, asıl aşk da Allah’a olandır. Mutlak varlık, mutlak güzelliğe sahiptir. Güzellik ise gizli kalmayarak görünmek ve sevilmek ister. Tasavvuf düşüncesinde yaratılışın sebebinin aşk olması bundan dolayıdır. Allah, kendi hüsnünü temaşa ederken âşık, güzel de hakikatte kendisi olduğu için maşûktur. Bu sebeple, sevilen ve seven diye iki ayrı varlık tasavvur edilemez. Âşık, maşûk ve aşk hepsi odur.
  • Divanlarda tasavvufî mecazlara da sıklıkla yer verilir. Daha çok mazmunlar olarak karşımıza çıkan bu mecazlara şarap, meyhane, deniz, yüz, saç gibi örnekler verilebilir. Bu mecazlarla denizin ilmi; saçın kesreti ifade ettiğine tanık oluruz.
  • Divanlarda havf-recâ, kabz-bast, üns, müşahede, yakîn, cem‘-tefrika, zühd, fakr, telvin-temkin, zikir, vird, velayet, keramet, vecd, cezbe, gaybet-huzur, fenâ-bekâ, cem‘iyyet-i hatır, mahv-isbat, tecelli ve feyiz gibi tasavvufî kavramlara çokça rastlanır.
  • Hurûfî, Mevlevî, Kalenderî, Abdal, Haydârî gibi tasavvufî zümre mensupları; tarikatların sema etmek, el vermek, el almak ve cer gibi âdetleri; tarikat ehlinin hırka, murakka, aba, nemed, kepenek, tac, külâh, destâr, kemer, asa, teber ve keşkül gibi giysi ve eşyaları; tarikat mensuplarının asitane, zaviye, dergâh, hankâh ve halvethane gibi tasavvufî kavramlar da çokça geçmektedir. Bunun yanında birçok mutasavvıfın ismi de kendilerine telmih yapmak yoluyla olsun başka sebeplerle olsun divan edebiyatında yer bulur.
  • Pîr, şeyh, mürşid, kutub-gavs, velî, ârif, derviş, talip, mürid, salik, insan-ı kâmil, aşinâ-bigâne, tasavvuf ehli ve zahid/sûfî gibi tasavvufî tipler, divanlarda söz konusu edilir.

Nihayetinde bunca söz iki mısralık şiirin tadına ulaşamayacağı için yazıyı, âlemin Allah’ın güzelliğinin bir yansıması olduğu fikrini veren -tasavvufî muhtevalı- bir beyitle tatlandırarak, sonlandıralım:

Olmazam her kanda kim olsam giriftâr olmadan

Bir belâdur göz bir âfetdür dil-i mahzûn mana

                                                         Fuzûlî

(Her nerede olsam âşık olmadan, bir güzele yakalanmadan duramam. Göz bana bir bela, mahzun gönül ise bir afettir.)

 

               Emine AKGÜN

BUÜ Türk İslam Edebiyatı Bilim Dalı

Yüksek Lisans Öğrencisi

 

 

Kaynakça

[1] Bkz: A. Azmi̇ Bi̇lgi̇n, “Türk Tasavvuf Edebiyatının Mahiyeti”, Türkiyat Mecmuası, c. 24, sy. 1 (2014), s. 1, doi:10.18345/tm.87830.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here