Mehmet Âkif’in vefat yıl dönümü vesilesiyle…
Bütün büyükler gibi, insanların onunla ilgili kanaatleri çeşit çeşittir.
Kimi onu Sultan II. Abdülhamid’in siyasetini beğenmediği için beğenmez.
Kimi onun “Bedr’in arslanları ancak” dediği için dedikodusunu yapar.
Kimi onu vatanı terk edip Kahire’ye gittiği için terk eder.
Kimi onu, Efgânî-Abduh çizgisinde gördüğü için çizer.
Kimi onu Fikret’i ve Haluk’u tutmadığı için tutmaz.
Şimdilik bu konuların hiçbirinden bahsedilmeyecektir.
İstiklal Marşı şairimizin vefat yıl dönümü vesilesiyle (İstanbul, Aralık 1873 – İstanbul 27 Aralık 1936) son yıllarından ve bu yıllar içinde kaleme aldığı mısralarından söz edilecektir.
Duymuşsunuzdur, şöyle bir kanaat vardır: Büyük sanatkârların gönüllerine akan ilham ırmakları, yaşlandıkça kurumaya, azalmaya başlar. Bereketli, çağıldayarak akan coşkun sular azaldıkça eserler de azalmaya, zayıflamaya, mürekkep kurumaya başlar. Herkes için değilse de bazı sanatkârların eserlerinin yazılış tarihleri bunun bir gerçek olduğunu gösteriyor.
Safahat’ta yer alan ve mısra sayısı olarak on iki bine yaklaşan şiirlerin yazılış tarihi acaba bize ne söylüyor?
Yuvarlak hesap 1909-1929 tarihleri arasında bazen sessiz ve derinden, bazen çağıldayarak/köpürerek akan bu ırmağın, son senelerde daha sakin aktığı görülmektedir. Yüzlerce beyitlik uzun şiirler yerini, dört mısralık manzumelere bırakmıştır. Bu mısraların da kimi fotoğraflarda beliren yaşlılığın hazan mevsimine bakan izlerini, kimi ebedî âleme göç eden can dostlarının derin hüznünü, kimi de hayat arkadaşına, titreyen parmaklarla yazılan veda mektubunu ihtiva etmektedir.
Mısır/Hilvan’da yazdığı son uzun şiir yüz beyitten fazla olup 22 Ağustos 1933 tarihini ve San’atkâr başlığını taşımaktadır. Ertuğrul Düzdağ’ın ifadesiyle “Safahat’ın son şaheseri, kendi davasının ızdırabının ve derunî hayatının bir hulasası, âdeta son nefesiyle fırlattığı bir feryâd olan San’atkâr…” 1933 tarihinde Mısır’da basılan Gölgeler’in son manzumesi olan bu şiir yabancı bir kişiye, Mister Archibald Bullok Roosevelt’e ithaf edilmiş.
Kim bu adam şeklindeki sorunuza şair dipnotta cevap veriyor:
“Vaktiyle Amerika’da iki defa reisicumhur intihap edilen meşhur Roosevelt’in oğludur. Afrika’daki bir münzevinin böyle Yeni Dünya evladından birine eser ithafına kalkışması garip görünmesin: Şerif Muhyiddin Beyefendi Newyork’ta iken bu asil genç kendisine karşı ihlasın, mihmânperverliğin, biz Şarklıları bile hayran edecek derecesini gösterdi. Bunun için giyâbî minnetdârıyım.”
Son uzun şiirin son satırlarında da gözyaşı var:
Huda bilir ki dayanmaz taş olsa bir sine
O gözlerinde dönen sağnağın dökülmesine
Hayır! Yakar beni derdimle aşina çıkman
Bırak ben ağlayayım, sen çekil de karşımdan
Bela mı kaldı ki dünya evinde görmediğim
Bırak, şu yaşları, hiç yoksa görmeden gideyim
Son beş yılın mahzun mısraları ile devam edelim:
RESİM İÇİN
Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, bir gün
Şu sağır kubbede, hâib, sesimin dindiğini
Bu heyülâyâ da bir kerecik olsun bak ki
Ebediyyen duyayım kabrime nûr indiğini
Hilvan 10 Kasım 1931
NEVRÛZ’A
İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevrûz
Ne büyük söyle, ne çok söyle, yiğit işte gerek
Lâfı bol karnı geniş soyları taklit etme
Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek
Hilvan,15 Kasım 1932
NERDESİN
Lâ-mekânlarda mısın, nerdesin ey gâib ilâh
Dönerim enfüsü, afâkı ezelden beridir
Serpilip kubbene donmuş, o ışık damlaları
Seni, yer yer arayan yaşlarımın izleridir
Hilvan,19 Kasım 1932
HAYAT ARKADAŞIMA
Seni bir nûra çıkarsam diye koştum durdum
Ey, bütün dalgalı ömrümde hayat arkadaşım
Dağ mıdır karşı gelen, taş mı hep aştım lâkin
Buruşuk alnıma çarpan, bu sefer kendi taşım!
KIT’A
Virânelerin yasçısı baykuşlara döndüm,
Gördüm da hazânında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum
Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu ?..
Ağustos,1935
KASR-I GÜLŞEN
Kasr-ı Gülşen’sin evet, lâkin gönüller şen değil
Durduğum, mâzine hürmet, yoksa neşvemden değil
Var mı loş sinende cânandan kalan nur izleri
Ey yeşil yurt, istenen senden odur, sinen değil…
4 Eylül 1935 (Abbas Halim Paşa’nın vefatı üzerine köşkü için kaleme alınmıştır.)
RESMİMİN ARKASINA
Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok
Sen mi kaldın, yalınız kâfileden böyle uzak
Postu sermekse meramın yola serdirmezler
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak
1935
RESMİM İÇİN
Şu serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim
Ne saadet, hani ondan bile mahrumum ben
Daha bir müddet eminim ki hayatın yükünü
Dizlerim titreyerek çekmeye mahkûmum ben
Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını
Bana çok görme İlâhî bir avuç toprağını!…
1935
SERAP
Arkamda serilmiş yere bir mâzi var
Karşımdaki müstakbelim ondan da harâb
Hâl ortada, bir çöl ki sudan vaz geçtim,
Yok ye’simi aldatmaya bir damla serap
1936