FELSEFE NEDİR? FELSEFE YAPMAYI MÜMKÜN KILAN APRİORİ ŞARTLARIN NELER OLDUĞUNA DAİR BİR DENEME!
Felsefenin ne olduğuna dair berrak bir tasavvur sahibi olmanın iki temel faydası olacaktır. İlk olarak bu sayede aralarında bulunan bütün farklılıklara rağmen bir grup insana neden filozof ve yaptıkları şeye de neden felsefe dendiğini görmüş oluruz. İkinci olarak ise İslam Düşüncesinin ana fay hattını oluşturan akıl-vahiy veya din-felsefe ilişkisinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair makul bir fikir sahibi olmuş oluruz. Felsefenin özellikle apriori olarak ne olduğu tam olarak anlaşılamadığından özellikle akıl-vahiy veya din-felsefe ilişkisinde ya o ya bu şeklinde bir ötekileştirici ilişki bulunduğu sanılmakta ve bunlardan birisinin ötekine uyması gerektiği düşünülmektedir. Felsefenin apriori olarak neye tekabül ettiğine dair yapacağımız bu inceleme durumun illa da böyle olmak zorunda olmadığını gösterecektir. Bu kısa denemede felsefenin apriori olarak ne olduğunu yine felsefeye dair bazı temel ayrımlar üzerinden ortaya koymaya çalışacağız.
Felsefenin ne olduğuna dair bir sorgulama ister istemez felsefe lafzının ne anlama geldiğini açıklayacak bir araştırma ile başlamalıdır. Lafzî açıdan felsefe Yunanca iki kelime olan “Philo ve Sophia” sözcüklerinden oluşan “Philosophia’nın” Arapçalaşmış şeklidir. Bu açıdan felsefe bilgelik ya da hikmet sevgisi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bilgelik veya hikmeti seven kişiye de filozof denmektedir. Bu anlamıyla felsefeye kimsenin karşı çıkmadığını bilmek gerekir. Denebilir ki lafzî açıdan felsefeye sofistler dahi karşı çıkmazlar. Dolayısıyla felsefe ile ilgili tartışma ve ihtilaflar lafzî açıdan felsefe değil bir kavram olarak felsefe etrafında yaşanmaktadır. Biz de burada asıl olarak bir kavram olarak felsefenin ne anlama geldiğini apriori olarak ortaya koymaya çalışacağız.
- Mutlak Anlamda Felsefe ile Mukayyet Anlamda Felsefe Ayrımı!
Felsefe literatürünce açıkça ifade edilmese de felsefe bazen mutlak anlamda bazen de mukayyet anlamda kullanılır ve bu ikisi arasındaki farkı bilmek felsefenin ne olduğuna dair yaşanan pek çok yanlış anlaşılmanın önüne geçecektir. Mutlak anlamda felsefe; insanın gücü nispetinde eşyanın hakikatini bilme çabasına verilen isimdir. Felsefenin insanlık tarihi kadar eski olan anlamı budur. Mutlak anlamda felsefenin asıl özelliği onun bütün filozoflar arasındaki ortak bir çaba ve kaygıya karşılık gelmesidir. Dolayısıyla aralarında bulunan bütün farklılıklara rağmen bütün filozoflar güçleri nispetinde eşyanın hakikatine ulaşmaya çalışmaktadır. Buna karşılık mukayyet anlamda felsefe ise bu ortak kaygının belli bir filozof veya felsefî ekolde somutlaşmış haline verilen isimdir. Yani “insan gücü nispetinde eşyanın hakikatine nasıl ulaşır?” diye sorduğumuzda cevapta gelen her şey mukayyet anlamda felsefe olmaktadır.
Mutlak anlamda felsefe ile mukayyet anlamda felsefe ayrımında dikkatimizi çekmesi gereken ilk nokta ilkinde bütün filozoflar arasında bir ortaklık bulunurken ikincisinde ise onlar arasında bir çeşitlilik ve çoğulculuğun meydana gelmesidir. Zira mukayyet anlamda felsefe alanında karşımızda yüzlerce filozof onlarca felsefî ekol ve bir o kadar da felsefî sistem çıkmaktadır. Dolayısıyla mutlak anlamıyla felsefede ortak oldukları halde mukayyet anlamıyla felsefede filozoflar ve yaptıkları felsefeler arasında neden ihtilaf ve kesret bulunduğunu anlamamız gerekir. Veya bu kesrete neyin kaynaklık ettiğini bilmemiz gerekir. Bu ayrımın ikinci faydası ise özellikle İslam Düşüncesi geleneğinde karşılaştığımız felsefe karşıtlığının hangi anlamıyla felsefe karşıtlığı olduğunu bize göstermesidir. Buna göre İslam Düşüncesi geleneğinde özellikle Gazzali, Fahrettin Razi ve İbn Teymiye gibi kişilerin öncülüğünü yaptığı felsefe karşıtlığı kesinlikle mutlak anlamıyla felsefe karşıtlığı değildir. Bu ve benzeri isimler mutlak anlamıyla felsefeye değil mukayyet anlamıyla felsefeye karşı çıkmışlardır. Zira bu insanlara ‘Siz gücünüz nispetinde eşyanın hakikatine ulaşmak istemiyor musunuz?’ diye sorulsaydı haliyle buna ‘Tabiki hayır’ cevabı vereceklerdir. Onların karşı çıktığı şey eşyanın hakikatine ulaşmak değil bu çabanın Yunan Dünyasında somutlaşmış hali olan belli tarz bir felsefe yapma şekliydi. Bu da bize klasik dönemde felsefe lafzının özel isim olarak kullanıldığını göstermektedir. Bu dönemde felsefe denirken onun mutlak anlamı değil, Yunan Dünyasında özellikle de Aristotalesçilikte belli bir yöntemde somutlaşmış mukayyet anlamı kastediliyordu!
Bu ayrımı daha fazla detaylandırmadan şimdi sorulması gereken soru şudur: İnsanın gücü nispetinde eşyanın hakikatine ulaşabilmesi için ne yapması gerekir? Bu sorunun cevabı bizi kavramsal olarak felsefenin ne olduğuna götürecektir. Şimdi bu soruya cevap verebilmek için felsefeye dair diğer bir ayrım yapalım.
- Felsefe Okumak-Felsefe Bilmek-Felsefe Yapmak Ayrımı!
Felsefe okumak bizi adı filozof olan bir grup insanın belli konularda ortaya koyduğu görüşler hakkında genel kültür sahibi yapar. Felsefe bilmek ise filozofların görüşlerini bilmemizi ve onları başkalarına da öğretebilmemizi sağlar. Ancak ne felsefe okumak ne de felsefe bilmek bizi filozof yapar. Bizi filozof yapacak olan şey felsefe yapmaktır. Dolayısıyla filozof denen kişi felsefe okuyan ya da felsefe bilen kişi değildir, filozof felsefe yapan kişidir. Buna göre eğer felsefe; insanın gücü nispetinde eşyanın hakikatine ulaşma çabası ise ve filozof da gücü nispetinde eşyanın hakikatine ulaşmaya çalışan kişi ise filozofun bu hedefine ulaşabilmesi için yapması gereken şey felsefe okumak veya felsefe bilmek değil felsefe yapmaktır. Diğer bir ifadeyle mutlak anlamıyla felsefenin tahakkuk edebilmesi için yapılması gereken şey felsefe yapmaktır! Şimdi bir adım daha ileri atabilmek için felsefe yapmanın ne olduğunu sormamız gerekiyor?
- Bir Bilme Süreci Olarak Felsefe ile Bu Bilme Sürecinin Sonucunda Ulaşılan Ürün Anlamındaki Felsefe Ayrımı!
Felsefe yapmak kendi içinde iki temel unsurdan oluşur: Bir bilme süreci olarak felsefe ile bu bilme sürecinin sonucunda ulaşılan ürün anlamında felsefe! Yani felsefe bazen bu bilme sürecinin adı olarak kullanılmakta bazen de bu sürecin sonucunda ulaşılan ürünün yani felsefi bilginin adı olarak kullanılmaktadır. Bu ayrımda önemli olan “Belli bir bilme süreci olarak” felsefedir. Dolayısıyla felsefe yapmak her şeyden önce bu bilme sürecinde tahakkuk eden bir eylemdir. Belli bir bilme süreci olarak felsefenin hangi özelliklere sahip olduğunu ele almadan önce bu ayrımda önemli olan bir noktaya işaret edelim. Belli bir bilme süreci olan felsefe ile bu bilme sürecinin sonucunda ortaya çıkan ürün anlamında felsefe arasında bir zorunluluk ilişkisi bulunmamaktadır. Zira eğer bu ikisi arasında böyle zorunlu bir ilişki bulunsaydı filozoflar arasında cari olan ihtilaf ve anlaşmazlıkların hiç ortaya çıkmaması gerekirdi. Dolayısıyla bir bilme süreci olarak felsefe yapmak zorunlu olarak filozofların her konuda söyledikleri şeyleri kabul etmeyi gerektirmez. Bu bilme süreci sonucunda bir filozofun belli bir konuda hangi sonuca ulaşacağını o filozofun benimsediği yöntem ve temel varsayımları belirler. Dolayısıyla bu yöntem ve varsayımları benimsemeyen birisi için bu sonuçlar zorunlu olmayacaktır. Bu ayrımın diğer bir faydası ise özellikle İslam Düşüncesi geleneğinde karşılaştığımız felsefe karşıtlığının gerçekten hangi anlamıyla felsefeye yönelik olduğunu bize göstermesidir. Doğal olarak bu karşıtlık belli bir bilme süreci olarak felsefeye değil bu sürecin sonucunda ulaşılan ürün anlamındaki felsefe karşıtlığıdır. Yani karşı çıkılan şey bazı filozofların belli konularda ulaştıkları sonuçlardır. Yoksa belli bir bilme süreci olarak felsefe yapılmasına karşı çıkılmamaktadır. Şimdi belli bir bilme süreci olarak felsefenin sahip olduğu özellikleri görelim. Bunun için bunun nasıl bir bilme süreci olduğu sormamız gerekiyor?
- Aklî Bir Bilme Süreci Olarak Felsefe!
Felsefe yapmanın en önemli unsuru olan “belli bir bilme süreci olarak felsefe”nin ilk özelliği bunun herhangi bir bilme süreci değil aklî bir bilme süreci olmasıdır. Bu “aklîlik” kaydı hem felsefeyi felsefe olmayan diğer bilme süreçlerinden ayırmakta hem de felsefeye dair bilmemiz gereken pek çok özelliğe kaynaklık etmektedir. Dolayısıyla felsefenin ne olduğunun anlaşılmasında bu “aklîlik” kaydının hangi anlamlara hâvî olduğunun ortaya konması oldukça önemlidir. Bu açıdan bu kaydı ele aldığımızda onun psikolojik, ontolojik, epistemolojik ve yöntemsel olmak üzere farklı anlamları olduğunu görmekteyiz. Şimdi fazla ayrıntıya girmeden bu anlamları ele alalım.
Öncelikle bu kaydın felsefeyi tecrübî bir bilme süreci olan bilimden, vahyî bir bilme süreci olan dinden ve keşfî bir bilme süreci olan irfandan ayırdığını görmekteyiz. Dolayısıyla aklîlik kaydının ilk işlevi felsefeyi diğer bilme tarzlarından ayırmasıdır. Bu kaydın psikolojik anlamı ise felsefenin insanın hangi bilme yetisiyle yapıldığını ortaya koymasıdır. Buna göre felsefe duyular veya şuhut ile değil akıl denen bilme yetisiyle yapılmaktadır. Diğer bir ifadeyle felsefe yapabilmek için varlıkla duyular veya şuhut üzerinden değil akıl üzerinden bir ilişki kurmak gerekmektedir. Varlıkla duyular üzerinden kurulan ilişkiye bilim, vahiy üzerinden kurulan ilişkiye din, şuhut üzerinden kurulan ilişkiye irfan ve akıl üzerinden kurulan ilişkiye de felsefe denmektedir.
Aklîlik kaydının ontolojik anlamı ise felsefî bilginin varlığın hangi veçhesine dair olduğunu bize söylemesidir. Buna göre felsefî bilgi var olanın mahsus veya mekşüf veçhesine değil makul veçhesine dairdir. Bu kaydın epistemolojik anlamı ise felsefî bilginin tecrübî, dinî veya keşfî bilgi değil aklî bilgi olduğunu göstermektedir. Bu kaydın yöntemsel anlamı ise felsefî meselelerin hangi yöntemle çözüleceğini göstermektedir. Buna göre felsefî meseleler ancak aklî bir yöntemle çözülebilirler. Felsefî bir meselenin tecrübî, keşfî veya dinî bir yöntemle çözülebilmesi mümkün değildir. Bütün bu anlamlarıyla “aklîlik” kaydının bize sağladığı epistemolojik avantaj ise varlık alemi hakkında denetlenebilir bilgi elde edilebilmesini mümkün kılmasıdır.
Son olarak bu kayda kaynaklık eden akıldan ne kastedildiğini ortaya koyalım. Felsefî literatürde akıl denilirken epistemologların üzerinde ittifak ettiği altı bilgi kaynağı kast edilmektedir. Bunlar: Dış duyular, iç duyular, hafıza, şuhut (aklî şuhut veya Descartesci şuhut), şahitlik ve istidlal yetisi. Dış duyularla var olanların mahsus veçhesini idrak ederiz. İç duyularla ise nefsanî hallerimizi idrak ederiz, hafıza ile geçmişte olup bitenleri idrak ederiz, şuhut veya sezgi yetisiyle de bedihî olan önermeleri idrak ederiz, şahitlikle görmediğimiz yerler ve şeylere dair durumları idrak ederiz ve istidlal yetisiyle de bu malzemeden formel mantığın ilkelerine uygun olarak çıkarımlarda bulunuruz. Dolayısıyla bu beş bilgi kaynağı ile altıncısı olan istidlal yetisi arasındaki temel fark; bunların bilginin maddesini getirmesi altıncı yetinin ise formel mantığın ilkelerinden hareketle bunlardan yeni sonuçlara ulaşmasıdır. Felsefe literatüründe bazen akıl denirken özel olarak istidlal yetisi ve bu ilkeler kastedilse de özellikle söz konusu bilginin kaynakları olduğunda akıl, bu altı kaynağa verilen isimdir. Bu bilgi kaynakları dışında bazıları, vahyin, telepatinin, telekinezinin ve benzeri yolların da bilgi kaynağı olduğunu iddia etmektedir. Ancak bunlar üzerinde bir uzlaşı bulunmamaktadır.
Şimdi istidlal yetisi üzerinden felsefenin ne olduğuna dair sorgulamamıza devam edelim. İstidlal akıl yürütme anlamına gelmektedir. Aklın yürümesi! Evet işin içinde herhangi bir mecaz olmadan burada gerçekten de aklın yürümesinden bahsediyoruz. Dolayısıyla felsefe yapabilmek için akıl yürütmek ve akıl yürütebilmek için de aklın yürümesi gerekmektedir. Tam burada felsefe yapabilmek için aklın neden yürümek zorunda kaldığını sorabiliriz? Bunun sebebi süje ile obje arasında ontolojik bir boşluk bulunmasıdır. Süje ile obje arasında ontolojik bir boşluk bulunduğundan akıl bu boşluğu doldurabilmek için yürümek zorunda kalmaktadır. Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak şöyle bir manzara ile karşı karşıya bulunmaktayız.
İnsanın gücü nispetinde eşyanın hakikatine ulaşma çabası olarak felsefenin tahakkuk edebilmesi için felsefe yapmak gerekmektedir. Felsefe yapabilmek için de aklın yürümesi gerekmektedir. Dolayısıyla felsefe yapmanın mümkün olabilmesi için aklın yürüyebilmesi gerekir. Şimdi sorulması gereken soru şudur: Akıl nerede yürüyerek felsefe yapacak veya felsefe yapmayı mümkün kılan şartlar nelerdir? İşte bu tür soruların cevabı bizleri felsefe yapmanın apriori şartlarının neler olduğu meselesinin eşiğine getirmektedir. İşte bu noktada sorulması gereken; felsefe yapmayı mümkün kılan apriori şartların neler olduğudur?