Bursa ve çevresini gezenler, kendilerini bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissederler. Özellikle ilk Osmanlı kroniklerini okuyarak böyle bir geziye çıkanların bu coğrafyada hemen her adımda eski bir isme, eski bir resme rastlamaları mümkündür. İşte bu isimlerden biri de Yarhisar’dır. Âşıkpaşazâde Tarihi’nin daha baş taraflarında Yarhisar fethinden şöyle söz edilir:
“Bilecik Tekfuru, Yarhisar tekfurunun kızını alacaktı. Köse Mihal’i çağırdı ve Osman Gazi’ye davetçi yolladı. Niyeti diğer tekfurlarla birleşip Osman Gazi’yi ortadan kaldırmaktı.
Mihal, Osman Gazi’ye geldi. Tekfurların maksatları nedir, bildirdi. Gafil davranma dedi ve Gazi’yi düğüne çağırdı. Osman Gazi de Mihal’in davetçiliğinden dolayı bir hayli hediye verdi. Dedi ki: “Mihal Beğ! Git, kardeşime benden çok selâm et. İşte şimdi biz de yaylaya göçüyoruz. Kayın anam ve hatunum dahi kardeşimin anası ile tanışmak isterler. Kardeşim de bilir ki Germiyanoğlu bizimle ne hâldedir. Yine kerem etsin. Daima zahmetimizi çeke gelmişlerdir. Bu yıl dahi çeksinler. Anamın ve benim eşyalarımızı hisara gönderelim”.
Osman Gazi’nin bu haberini gelip tekfura bildirdi. Tekfur çok sevindi. Sözünü candan kabul etti. Mihal’i yine gönderdi. Osman Gazi’nin gelmesi için bir gün kararlaştırıldı ve Osman Gazi: “Bilecik dar yerdir. Düğünü orada yapmasın. Çakır Pınarı’nda yapsın” diye de haber gönderdi.
Bu sözü de kabul edip düğünü Çakır Pınarı’nda yaptı. Kararlaştırıldığı gün Osman Gazi öküzlerini yükledi. Her zaman öküz ileten kadınlara verdi. Keçelerin arasına bir hayli adamlar sardılar. Akşam karanlığında hisara girdiler. Bir iki katar öküz girince keçe yüklerinden adamlarla yalın kılıçlar döküldü. Kapıcıları paraladılar. Hisarda da az adam kalmıştı. Çoğu gitmişlerdir. Hisar feth olundu. Bu tarafta Osman Gazi dahi görelim ne eyledi: Bir nice gazileri baş bezleriyle kadın kılığına koydu. Tekfura haber gönderdi: “Bunları ayrıca bir yerde oturtsunlar ki kadınlarımız oradaki tekfurları görüp utanmasınlar.” dedi. Tekfur bu söze gayet sevindi: “Türk’ün erkeği, kadını elime girdi” dedi.
Yer hazırladılar. Osman Gazi, öküzleri getirenlerle söz etmişti: Onlar hisara girdiği saat Osman Gazi de tekfura gelecekti. Akşamleyin geldi. Yani kadınlarını aşikâre getirmediler. Tekfur dahi karşıladı. Büyük saygı ile oturttu.
Tekfur odasına varmadan Osman Gazi atına bindi. Mihal dahi bindi. “Hay! Türk kaçtı” dediler. Tekfur sarhoşça idi. Ata binip o dahi Türk’ün ardına düştü. Osman Gazi geldi. ‘Kaldırık’ derler bir dere vardır. Bilecik’e yakın yerdedir, orda durdu. Tekfur dahi oraya erince boğazı ele verdi. Osman Gazi, tekfurun başını kestirdi. Döndü. Sabahleyin Yarhisar’a indi. Tekfurunu tuttu. Gelini de tuttular. Düğüne gelen halkın ekserisini esir ettiler. Çabucak Durkut Alp’i İnegöl’e saldılar ki İnegöl tekfuru olan Aynikola işitip kaçmasın. Durkut Alp gidip İnegöl’ü çevirdi. Osman Gazi ne aldıysa Bilecik’e getirdi. Ne lazımsa yaptı. Oradan İnegöl’e gelip yağma etti. Gaziler yağmayı işitince hisara doldular. Tekfurunu parça parça ettiler. Erkeğini kırdılar. Dişisini esir ettiler. Çünkü çok Müslümanın kırılıp şehid olmasına bu kâfir sebep olmuştu. … Bu fethin tarihi hicretin 699[1] unda vâki oldu [2].”
Yukarıda anlatılanlar gösteriyor ki Osman Gazi, henüz beyliğini kurma çabasındayken uygun bir fırsatın çıkması üzerine Bilecik, Yarhisar ve İnegöl’ü almıştı. Ancak Osmanlılar için Yarhisar, ele geçirilen sıradan bir kale olmanın ötesinde bir anlama sahipti. Yarhisar, daima başka isimlerle birlikte anıldı. Geleneksel anlatıma göre Osman Gazi’nin Çakırpınarı’nda ele geçirdiği ve oğlu Orhan’la evlendirdiği gelin, Holophira, Yarhisar tekfurunun kızıydı. Bir süre sonra adı Nilüfer Hatun oldu. Dolayısıyla Osman Gazi, Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun’u düşünmeden Yarhisar’ı veya Yarhisar’sız bu üç önemli tarihî şahsiyeti düşünmek mümkün değildir. Hatta üçüncü Osmanlı sultanı Murad-ı Hudavendigâr’ı da bu isimler kervanına eklemek gerekir. Çünkü Yarhisarlı Nilüfer Hatun I. Murad’ın annesidir. İşte bütün bunlar Osmanlı geleneğinde, özellikle ilk fetih yıllarında, Yarhisar’ı farklı bir konuma getiriyordu.
Nilüfer Hatun kimdir?
Bu sorunun cevabı Türk milletinin hafızasına “Yarhisar tekfurunun kızı, Orhan Gazi’nin eşi, I. Murad’ın annesidir.” diye yer etmiştir. İlk Osmanlı kaynaklarında adı Lülüfer (Ülüfer) şeklinde de belirtilir. Bazı araştırmalarda asıl adının Holophira (Olievera) olduğu ve Nilüfer isminin bundan geldiği ileri sürülür. İbn Battûta, fethinden (1331) birkaç yıl sonra geldiği İznik’te adını “Bîlûn” (Biliven / Niliven) imlasıyla yazdığı Nilüfer Hatun ile görüşmüştü. Huzuruna kabul edilip ihsan ve ikramlarına nail olmuştu. İbn Battûta’nın “sâliha ve fâzıla” bir kadın olarak andığı Nilüfer Hatun, hayır ve hasenat sahibi bir insandı. Âşıkpaşazâde, Bursa ovasından geçen bir çay üzerine köprü yaptırmış olması sebebiyle çayın onun adıyla anıldığını belirtir. Bursa Hisarı’nda Kaplıca Kapısı yanında bir tekke, Darphane mahallesinde bir mescit inşa ettirmiştir. Fetihten sonra İznik’te oturduğu anlaşılan Nilüfer Hatun adına oğlu I. Murad, 1388 yılında bir imaret yaptırmıştır. Mezarı Bursa’da Orhan Gazi Türbesi’ndedir[3].
***
Şekil 1: Yarhisar ve çevresi
26 Eylül 2010 tarihinde bir grupla birlikte gerçekleştirdiğimiz Yarhisar gezisine çıkmadan önce bu bilgilerimi tazelemek ihtiyacı duydum ve “Yarhisar Fethini” Âşıkpaşazâde’den bir daha okumanın iyi olacağını düşündüm. Öyle de yaptım ve “Bu Bâb Bilecik Tekfurunun Düğününü Bildirir” başlıklı 12. babdan başlayarak Bursa’nın fethine kadar olan kısımlarını tekrar gözden geçirdim. Okudukça zaten var olan zihnimdeki Yarhisar tasavvuru belirginleşti. Daha önce Yarhisar’a hiç gitmemiştim. İtiraf etmeliyim ki tasavvurumla gördüklerim birbiriyle uyuşmadı. Her şeyden önce bugün artık Yarhisar’ın hisarını görmek mümkün olmuyor. Köyün güneydoğusundaki şelalenin sağında yer alan yüksek tepe, yukarıya çıkamamakla birlikte, bir zamanlar kalenin, dolayısıyla şehrin bulunduğu yer gibi gözüküyor. Herhâlde aşağıda, dere kenarında da yerleşim alanları bulunuyordu. Yarhisar fethinden sonra Bursa’ya kadar bütün çevrenin Osmanlıların eline geçmiş olması, işlevini kaybeden kalenin erken bir tarihte terk edilmesine ve yerleşimin tamamen aşağıya kaymasına sebep olmuş olmalı.
Günümüzde iyice küçülen ve Yenişehir’e bağlı küçük bir köy olan Yarhisar, fetihten sonra uzun yıllar bir kaza merkezi olarak Osmanlı idarî yapısında yer almıştı.
Ö. Lütfi Barkan- Enver Meriçli, tarafından yayınlanan ve 1487, 1521, 1587 tarihli tahrirlerin yer aldığı “Hudâvendigâr Livası Tahrir Defteri I” adlı eser incelendiği zaman Yarhisar kazası hakkında şu bilgilerin yer aldığı görülür:
İlk tahrir döneminde yani 1478’den önce Yarhisar üç mahalleden oluşan bir kaza merkezidir. Mahalleler, Cami-i Şerif, Çavuş ve Muhtesib adını taşımaktadır. Dördüncü mahalle Süle Paşa mahallesidir ve belli ki 1478 ile 1521 tarihleri arasında kurulmuştur. Bu tarihlerde, İnegöl’e bağlı olan ve aynı adı taşıyan bir köy de vardı[4]. Hudavendigâr Sancağı’na bağlı olan Yarhisar 1874’e kadar kaza olarak kaldı. Bu tarihten sonra önce Yenişehir, sonra Bilecik’e bağlı nahiye merkezi oldu. Bu yapısını Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar sürdürdü[5].
Yarhisar’ın diğer Anadolu şehirleri gibi iskân edildiğini, Türkleşip İslamlaştığını kabul etmek gerekir. O bakımdan şehrin mahalle yapısı önemlidir. Mahalle isimleri bu yerleşim birimlerinin fetihten sonra oluştuğunu gösteriyor. Aslında bürokrasinin toplandığı yer olan şehirler asker ve memurlardan başlayarak ulema, şeyhler, seyyidler, dervişler, vaizler, şairler, tabipler, sanatkârlar, tacirler, askerler başta olmak üzere toplumun her sınıf insanı kendilerine çekiyor ve içlerinde barındırıyorlardı. Bu arada sultanlar, ümera ve ayan, zenginler, vakıflarla destekledikleri cami, medrese, imaret, tekke, yol, köprü, çeşme, han, hamam, hastane gibi hayır müesseseleri yaptırarak sosyal hayata yön vermeye çalışıyorlardı.
XIII. yüzyıl sonlarında, Batı Anadolu şehirlerinin Türkleşmesinde, uç beylerinin önemli etkileri oldu. Çünkü Batı Anadolu fethedilirken fetih hakkı-kılıç hakkı kuralı gereği, uç beyleri kendi kuvvetleri ile zapt ettiği şehre bütün erkân ve maiyeti ile yerleşiyor, saraylar yaptırıyor, sosyo-ekonomik tesisler kurulmasına zemin hazırlıyor ve kısa sürede şehirlerde bir dönüşüm sağlanmasına çalışıyorlardı[6]. Kısaca ifade etmek gerekirse:
- Devlet hâkimiyetini sağlayacak ve yönetimi kuracak Türk personelin (bürokrasi) aileleri ile birlikte gelip şehirlerde yerleşmesi, serbest veya mecburi iskânlarla şehrin Müslüman-Türk nüfusunun artırılması;
- Cami, medrese, tekke, yol, köprü, çeşme, hamam, han, kervansaray, darüşşifa, imaret gibi dinî-sosyal içerikli vakıf kurumları vücuda getirilerek siyasî ve kültürel hâkimiyetin sağlanması;
- Ekonomik hâkimiyetin ele geçirilmesi ve refahın artırılması suretiyle yeni Türk kitlelerinin şehirlere çekilmesi ve böylece yerli unsurun doğal yollarla eritilmeye çalışılması, özellikle Ahi esnaf kuruluşunun organizasyonu ile ticaret ve sanayinin Türklerin kontrolüne geçmesi bu dönüşümün temel mekanizmasını oluşturuyordu. Bu gerçekleştiği zaman şehirlerde Türkleşme ve İslamlaşma hız kazanıyordu.
Fetihten sonra Yarhisar’da olup bitenlerin bundan başka bir şey olmadığını düşünmek gerekir. Aslında mahalle isimlerinde bu durum kendisini hissettirmektedir. Orhan Gazi’nin yaptırdığı ve yakın zamanda tamir edilen cami ve hamam[7], vakıf müesseselerini; üç mahallenin “Çavuş”, “Muhtesib” ve “Süle Paşa” adını taşıması askerî ve sivil bürokrasinin varlığı ve şehrin yeniden yapılanmasındaki etkilerini hatırlatıyor.
Bugün iyice küçülen ve bir köye dönüşen Yarhisar 1487’de 108, 1521’de 97, 1573’de 182 avarız hanesine sahipti. Ayrıca yine aynı tarih sırasına göre; 20, 72 ve 1 mücerred/bekâr nüfusu vardı. Avarız hanesi, gerçek bir haneyi değil, vergi mükellefi birkaç haneden oluşan itibarî bir vergi hanesini ifade eder. Vergi alınacak idarî ünitenin ekonomik ve sosyal durumu göz önüne alınarak belirlenen bir rakamdır. Tahrirlerde/sayımlarda, çalışıp kazanan ve vergi verme gücü olan kişiler avarız hanesine dâhil edilmişlerdir. Mücerredler de avarıza dâhildir. Ayrıca her kazada imam, hatip, müezzin, kadı, seyyid, sipahi gibi vergiden muaf olan kişiler vardır. Sayım defterlerine bunlar da kaydedilir ve kendilerine “Hâne-i Gayr-i Avârız” denir. Bir Avarız hanesi beş, on, on beş veya yirmi gerçek haneden oluşabilir. Her gerçek hanede, hane reisi olan vergi mükellefinin dışında onun eş ve çocuklarının da bulunduğu unutulmamalıdır. Yarhisar’da bir avarız hanesinin kaç gerçek haneden oluştuğunu bilmemekle beraber, asgarî beş gerçek hanenin bir avarız hanesi meydana getirdiği kabul edilir ve bir gerçek hanede ortalama beş kişinin yaşadığı var sayılırsa bu kaza merkezinde 1487’de (108x5x5=) 2700; 1521’de (97x5x5=) 2425; 1573’de (182x5x5=) 4550 kişinin yaşadığı söylenebilir. Ancak bu rakamlara mücerredlerin ve muafların da eklenmesi gerekir. Bir avarız hanesinin beşten çok gerçek haneden oluştuğunun kabul edilmesi durumunda bu rakamların artacağı aşikârdır.
Diğer taraftan Yarhisar’ın nüfusunun XVI. yüzyıl başlarında azaldığı, son çeyreğinde ise iyice arttığı anlaşılıyor. Bu dalgalanmanın sebepleri olmalıdır. XVI. yüzyılın sonlarında Bursa ve çevresinde artık iyice toplumu rahatsız eden “Celâlî İsyanları”nın köyden kente göçü artırması ve bundan Yarhisar’ın da nasibini alması bu sebeplerden biri olabilir.
Yukarıda belirtilen tahrir yıllarına ait olmak üzere Yarhisar’ın nüfusuyla birlikte vergi hâsılatı da verilmiştir. “Nefs-i Yarhisar”a, yani Yarhisar merkezine ait olan vergi gelirleri sırasıyla 1655, 4119 ve 5792 akçe olarak yer almıştır. Bu gelirlerin “ihzar ve ihtisâb-ı Yarhisar, âdet-i ağnâm-ı şehirlüyân, dâire-i şehirde olan bağ ve bağçeler mukataası, bâc-ı bazar ve resm-i keyl, öşr-i hınta, öşr-i şa’îr, şehir ve zeylindeki asiyâb, resm-i çift, bâd-i hevâ ve resm-i ‘arusâne ve tapu-yi zemîn ve deştbanî, resm-i dükkân” gibi vergi kalemlerinden elde edildiği anlaşılıyor.[8]
Nüfusun azaldığı yıllarda bile vergi gelirlerinin arttığı görülmektedir. Dikkat çeken bir başka husus da 1521 ve 1573 sayımlarında yer alan “bâc-ı bazar ve resm-i keyl” yani pazarlardan elde edilen vergi gelirlerinin sürekli yükseliş göstermesidir. Bu vergi kaleminden 1521 yılında 1219 akçe; 1573 yılında 2499 akçe gelir elde edilmiştir. Yarhisar, Bilecik ve Yenişehir’i İnegöl’e bağlayan yol üzerinde o devrin önemli şehirlerinden biriydi. Ticaret yolları üzerinde bulunması orada canlı pazarların kurulduğunu ve buna bağlı olarak pazar gelirlerinin sürekli artış gösterdiğini düşündürebilir. Aynı durum vergi artışlarına da işaret edebilir. Bu rakamların doğru bir analizinin yapılabilmesi için hem Yarhisar’ın ekonomik hayatının kapsamlı bir şekilde ortaya çıkarılması hem de dönemin çevredeki diğer şehirleriyle mukayeselerin yapılması gerekmektedir.
Yarhisar Kazası |
Hane | Mücerred | Hasılat | ||||||
1487 | 1521 | 1573 | 1487 | 1521 | 1573 | 1487 | 1521 | 1573 | |
Cami-i Şerif Mah. | 41 | 40 | 16 | 4 | 26 | 1 | – | – | – |
Çavuş Mahallesi | 29 | 35 | 100 | 4 | 26 | – | – | – | – |
Muhtesib Mah. | 38 | 17 | 40 | 12 | 15 | – | – | – | – |
Süle Paşa Mah. | – | 5 | 26 | – | 5 | – | |||
Toplam | 108 | 97 | 182 | 20 | 72 | 1 | 1655 | 4119 | 5792 |
Tablo 1: 1487, 1521, 1573 tahrirlerine göre Yarhisar’ın avarız hane sayıları ve toplam vergi gelirleri.
Yukarıda söylemeye çalıştıklarımız hemen akla gelen hususlardır. Kuşkusuz kaynaklarımızın ve arşivlerimizin iyice taranması durumunda Yarhisar’la ilgili daha doyurucu bilgilere ulaşılabilir. Biz, Bursa Kütüğü’nde rastladığımız Yarhisar’la ilgili birkaç kayda işaretle yazımızı bitireceğiz.
* Osman Gazi, Yarhisar’ın Gökçesu köyünü Şeyh İshak’a vakfetmiş o da bu köyde bir zaviye yaptırmıştı.
* Orhan Gazi’nin pek çok hayratı arasında Yarhisar’da yaptırdığı cami ve hamamla Karadere ve Akdere köprüleri de vardı. Ayrıca Yarhisar civarındaki Ermeni Baba Zaviyesi’ne bir çiftlik yer vakfetmişti.
* Osman Gazi’nin oğlu Alâeddin Bey, Yarhisar’ın Karaağaç ve Badırga köylerini vakfetmişti.
* Bursa’da adıyla anılan mahallede mescidi bulunan Bahadır Ağa, Yarhisar’da Cullahlar mezrasını Yazıcı Yahşi’den satın almış, oradaki değirmeni bahçesiyle birlikte mescidine vakfetmişti.
* Emir Sultan, Yarhisar’ın Kilisecik/Barak Köyü’nü vakfetmişti.
* II. Murad, Yarhisar civarında bazı yerleri Akbıyık’a temlik etmiş o da bir zaviye bina ve bu zaviyeye bazı yerleri vakfetmişti. Zaviyenin bulunduğu Tekke Köyü, Yarhisar merkezine yaya yürüyüşle beş saat mesafede suyu ve havası çok güzel bir yerdir. Akbıyık’ın oğlu Habibullah Çelebi, 1512’de Yarhisar’ın Kureyş (?) Dağı’nda vefat etmişti.
* Fatih devrinin hayırsever devlet adamlarından olan ve Bursa’da bir külliye yaptıran Hamza Bey, Yarhisar’ın Hoca Ömer ve Karaökçe köylerini vakfetmişti.
* İstanbul’u fetheden askerler arasında olduğu zannedilen Ayardı Bey’in oğlu olan Mehmet Çelebi, 1484’te, Yarhisar’ın Sarı Köy’ündeki hassa çiftliğini “tımar” olarak işletiyordu.
* 1561’de Bursa zindancısı Hemdem mahkemeye gelerek, Bursa sancakbeyi Bayezid Bey’in hapsettiği Yarhisarlı Ramazan oğlu Hatib Ahmet’in öldüğünü haber vermiş ve mahkemeden Mevlânâ Şemseddin Halife gönderilerek otopsi yapılmış; ölünün açık kaşlı, uzun boylu, kara yağız bir kimse olduğu anlaşılmış ve oradaki Müslümanlar da “Yarhisarlı Hatib Ahmet’tir” diye şahitlik etmişlerdi.[9]
Kaynakça:
[1] 699 hicrî yılı, 28 Eylül 1299 -15 Eylül 1300 tarihleri arasına denk gelmektedir.
[2] Âşık Paşazade, Âşık Paşaoğlu Tarihi (Tevarih-i Âl-i Osman), Hazırlayan, N. Atsız, İstanbul, 1970, s. 21-23.
[3] Nilüfer Hatun’un tarihî kişiliği hakkında ayrıca bkz.: Feridun Emecen, “Nilüfer Hatun”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2007, XXXIII, 124.
[4] Süle Köyü, İnegöl’ün batısında, ilçeye 10 km. uzaklıkta, Uludağ’ın doğu yamaçlarında yer almaktadır. 1487 Tahrir Defteri’ne göre köyde iki çiftlik yer ve üç erlik de kestanelik bulunuyordu. Alaçam ve Başalan yaylaları Süle köyüne aitti. 1908 yıllığına göre köy 46 haneden ibaretti. Bir yerli köyü olan Süle’de, 1927 yılında 287 kişi yaşıyordu. 1990 yılı sayımına göre köyün nüfusu 415 kişiydi (Raif Kaplanoğlu, Bursa Yer Adları Ansiklopedisi, İstanbul, 1996, s. 257).
[5] Tahsin Sezer, Osmanlı Yer Adları, Ankara 2017, s. 802. Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, BYEBEK, (K, Genel No: 4519, 4520, 4521, 4522), II, 256.
1738 tarihli bir belgede Yarhisar’ın da aralarında bulunduğu Hudavendigâr Sancağı kazaları şöyle sıralanmıştır: Atranos, Bursa, Bayramiç, Beypazarı, Bergama, Nevahi-i Bergama, Ilıca-i Bergama, Harmancık, Domaniç, Söğüt, Soma maa-Kırkağaç, Seferihisar, Kite, Gemlik, Kirmastı, Kepsut, Gökçedağ, Gölpazarı, Gönen, İnegöl, Edincik, Lefke, Nallı maa-Korupazarı, Güllük Mihaliçi, Günyüzü, Mudanya, Tuzla, Taraklı, Torbalı, Yenişehir, Yarhisar ve Pazarcık. (Bursa Şeriye Sicilleri, B 164/380, 90).
[6] Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, İstanbul 1974, I, 498.
[7] Gezi sırasında gördüğümüz kadarıyla Orhan Gazi Camii tamiratı bitmiş ancak çevre düzenlemesi yapılmamıştı. İç mekânda, yer alan yazı ve süslemeler bu tarihi yapıya uygun düşmekten son derece uzaktı, hatta rahatsız ediciydi. Üst kattaki ışıklı “EXIT” yazısı da bu mabede çok yabancı duruyordu. Caminin batısında, yol kenarındaki çeşme tamir edilmiş olmakla birlikte cephesinde, caminin pencerelerinde yer alan, klasik Osmanlı çeşmelerinde de çok sık kullanılan sivri kemer yerine yuvarlak kemer kullanılması ve hantal bir yapı manzarası göstermesi zamanla formunun değişikliğe uğradığını düşündürüyor. Hamamın tamiri henüz tamamlanmamıştı.
[8] Ö.Lütfi Barkan- Enver Meriçli, Hudâvendigâr Livası Tahrir Defteri I, Ankara 1988, s. 132- 134.
[9] Kamil Kepecioğlu, age, I, 106, 116, 220; II, 29, 41, 154, 179, 340; III, 223; IV, 49.