Kitap Tanıtımı: Şiir ve Hikmet

0

 

Bilal Kemikli, Şiir ve Hikmet Sûfi Şairin İzinde, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2017,  284 s.

Hakîmlik, bilgelik anlamına gelen Arapça kökenli hikmet kelimesi, hakiki bilginin kulun kalbine sır olarak yerleştirilmesidir. Bu sırrın tercümanı olarak karşımıza sûfi şair ve irfânî şiir geleneği çıkar. “Şiir ve Hikmet” başlıklı, “Sûfi Şairin İzinde” alt başlığını taşıyan Kitabevi Yayınları’ndan basılan eser, serinin altıncı kitabıdır. Söze, İsmâil Hakkı Bursevî’nin kıvâm-ı dünya olarak nitelendirdiği dört nesneyi (ilim, adalet, tababet ve hikmet) zikrederek başlayan yazar, bu kavramların sufî şairin yol istikametinde oluşturduğu kimliği eserinde işlemiştir.  Makalelerden ve tebliğlerden oluşan eserin ön sözünde kitabın bakışı “…hikmet penceresinden sufî şairin eserine “nazar” edilecektir.” cümlesiyle aktarılmıştır. Bu bakışı, üç ana bölümle açıklayan eserde ilk bölüm “Kökler: İrfan ve Şiir Muhitleri” başlığını taşır. Sekiz yazıdan oluşan bu bölüm, kök ve kurucu kavramlarıyla anılan şahsiyetlerin yetiştiği ve oluşturduğu muhitler üzerinde durur. Bu şahsiyetlerden ilki olan kültür kurucusu, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin hikmet vadisindeki izleri aktarılarak yola çıkılmıştır.

Bilgeliği söze dönüştüren hikmet kavramının kök şahsiyeti Pîr Türkistan Hâce Ahmed Yesevî’den Süleyman Çelebi’ye, hikmet geleneğinin Anadolu’daki tohumu olan Yunus Emre’den Sun‘ullah Gaybî’ye, Belh ile hikmet geleneğini yoğuran ve Anadolu’nun bağrında pişiren Mevlânâ’dan, Muhammed Lütfî Efendi’ye kadar birçok isim, irfânî şiir geleneğinin hikmet ateşi, mümtâz şahsiyetler olarak nitelendirilmiştir.

Eserde en kapsayıcı adlandırma olarak “İrfânî Şiir” kavramı kullanılmıştır. İrfânî şiir, hikmet nehrinin içerisinde yüzen bir balıktır. Her balıkçının ağı kendi bölgesinin nasibini alarak yola başlarken; şairlerin yakaladığı hikmetli sözler o ağı yırtar ve tüm ağlara sirâyet eder.  Çünkü hikmetli söz, hükmünü nereden aldığının bilincindedir, idrak sahibidir. Bu bilinç ile hareket eden şair, mana kapısında hikmet sözüyle susmasını bilir.  Arif Nihat Asya’nın “Yunus Emre” yazısında belirttiği gibi “Yunus’un, maddesini meçhuller perdesi arkasına saklaması da bir hikmete dayanır. Bu, dikkatimizi mana üzerine toplamak içindir.” Gül nasıl sırrını, rengârenk yapraklarıyla örterek manayı sarıp sarmalıyorsa şair de şiirine hikmet hazinesini eker durur.

Burada on yazıdan oluşan, “Mana: Şiir ve Hikmet” başlığını taşıyan ikinci bölüm karşımıza çıkar. Mana arayışında, hikmet kimliğinin oluşumunu aktaran bu bölüm, her yazıda heybemize koyulan kavramlar ve tahliller ile şekillenir. Yüzme bilmeyen bir kişi, nasıl denize karşı tedbirini alıyorsa şair de mana vadisine, bu vadinin rehberini bulmadan inmez. Bu noktada şairin tedbiri olan ilim devreye girer. Yesevî’nin hurması, Yunus ile birlikte yanıp kül olmayan bir oduna dönüşür. Tecrübe dalıyla deryanın içerisinde kaybolmadan karaya ulaşan şair, kalemi eline almıştır. Bu alış artık dalı tutan eli geçmiş ve gönül yazıları bu yolun yolcuları olmuştur.

Yola başladık, seyahat edeceğimiz yolcu dostlarımızı tanıdık. Peki yolumuz nereye gidiyor? Bir seyyah olan şairin iç serüveninin rotası “Benden, bize ve oradan da O’na ulaşma serüveni”(s.77) cümlesiyle aktarılmıştır. Bu yolculukta bize eşlik eden yolun asırlık çınarlarını seyre dalarız: Şehirler. Eserin üçüncü bölümü olan “Mekân: Şiir ve Şehir” başlığı altında şehir kavramının etimolojik kökeni açıklanarak kapı aralanır. Yesi şehrinde yanarak tüm Anadolu’ya ocak olan Divan-ı Hikmet gibi; şehirlerin ruhu da şiirlerin kandillerini yakarak bu ışığın tüm coğrafyaya yayılmasını sağlar. Şair, yetiştiği şehirden ve beslendiği muhitten ayrı düşünülemez. Hiç içinde yaşadığı sulara yabancı, bilinçsizce yüzen bir balık olur mu! Bu yüzden şair, şiir ve şehir kavramlarını bir bütün olarak değerlendirilir.

Eser, sosyolojik ve tarihsel tahliller ile bilinci kazandıran taşları, adım adım dizerek bizlere bir temel örer.  Temelin şekillenmesiyle günümüze yaklaşılarak modern şiirde tasavvufun izleri aktarılır. Mehmet Akif Ersoy’dan, Necip Fazıl Kısakürek’e kadar birçok şahsiyetin eserlerinden örnekler verilir ve kavram arayışına çıkılır.

Bu arayışta asıl yolculuğun öze dönüş olduğu son yazıyla gözler önüne serilir. “İnsanı Bulmak: Ümmî Sinân Ocağında Kemâle Yolculuk” başlığını taşıyan yazı ile insan kavramı üzerinde durulur. Yolculuğun aslında yola çıkmak gibi basit bir amacı yoktur. Yolculuk, insanın niyetinin halis olmasıyla, nefsin illetlerini tanıma gayreti ve bu meyanda içerde cereyan eden savaşın farkına varmakla (s.267) hikmet deryasındaki incilerin bilincine ulaşabilir. İşte hikmetin asıl manası olan Hakikat-i Muhammediye düşüncesiyle görmek ve yolcu olabilmek ocakta yanarak, gönül suyunda serinlemektir.

Netice itibarıyla, hikmet mürekkebi âharlanmış köklere yazarın kaleminden damlar. Yazılar, hikmet ipi ile birbirine sıkı sıkıya bağlanmış; muhit, mana ve şehir kavramları ile düşünce düğümleri atılmıştır. Her kavram, yazı içerisinde kendine filizlenecek bir toprak bulmaktadır. Şiir ve Hikmet nefesiyle yola çıkan eser, hakikatin tercümanı olarak nitelendirilen sûfi şairin yol haritasını çizerken günümüz okuyucusunu bu yolcuğa dâhil eder.

 

Fatma Serra KARAMANGİL

BUÜ Türk İslam Edebiyatı Bilim Dalı

Yüksek Lisans Öğrencisi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here