Hakikat ve Hassasiyet: İyiliği Teşvik Kötülükten Alıkoymanın Sınırı

0

İyiliği teşvik kötülükten alıkoyma (marûfu emir ve münkerden nehiy) ilkesi hususunda öncelikle iyi ve kötü (marûf ve münker) kavramlarına bir çerçeve belirlenmelidir. Bunu yaparken bu konudaki görüş farklılıkları ve esneklikler dikkate alınmalıdır. Tarihten günümüze bu ilkenin anlaşılma biçimi ve mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları, günümüze uygun bir çerçeve çizilmesinde yardımcı olabilir. Sözgelimi marûf ve münker akıl tarafından mı belirlenir, nakil tarafından mı, yoksa her ikisi birden mi? Evrensel bir marûf ve münkerden söz edilebilir mi? İnanç, kültür ve toplumsal eğilimler marûfun ve münkerin belirlenmesinde ne kadar etkilidir? Kişisel ihtiyaçlar ve durumlar bu belirlemede ne kadar dikkate alınmalıdır?

Ancak biz burada bu ilke çerçevesinde başka bir sorunun cevabını arayacağız. O da bu ilkenin uygulaması nerede başlar ve nereye kadar uzanır? Bir diğer deyişle insanla ilgili gerçekler ne zaman açıklanır, ne zaman saklı tutulur? Doğru nerede söylenir, nerede susulur?

Bu soruya cevap verirken öncelikle münkerin yani kötülüğün görünür ve net olması önemlidir. Göreceli ve kapalı durumlar söz konusu olduğunda hassasiyet gösterilmelidir. Özellikle kişilerin gizli ve mahrem alanlarının merak edilip araştırılması asla doğru değildir. Böyle bir araştırmanın adı tecessüstür. Demek ki başlangıç itibariyle kötülüğün tespiti tecessüse dayanmamalı, sonuç itibariyle de fitne çıkmasına ve özel hakların ihlâline sebebiyet vermemelidir. Çünkü tecessüs, özel hayatı merak etmek ve araştırmaktır; fitne, toplum içinde karışıklık ve çatışma ortamı meydana getirmektir; şahsî hakların ihlâli ise kişinin bedeninin, evinin ve işyerinin mahremiyetinin yok sayılmasıdır.

Bu hassasiyetler dolayısıyla İslam âlimleri bu ilkenin uygulanmasını birtakım şartlara bağlamışlardır. Öncelikle yapılan teşvik veya uyarının fitneye yol açmaması, ikinci olarak gizli ve mahrem olanın araştırılmamasıdır. Zira kötülükten alıkoyma adına özel hayatı araştırma anlamına gelen tecessüs câiz değildir. Kur’an’da “Ey iman edenler! Çok zandan sakının, çünkü zanların bir kısmı günahtır. Başkalarının mahremiyetini merak edip araştırmayın, birbirinizi arkanızdan çekiştirmeyin…” (Hucûrât 49/12) ayeti yoruma ihtiyaç bırakmayacak açıklıktadır. Peygamber Efendimiz de bir hadîsinde “Bir kimse hakkında zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zanna dayalı beyan, sözlerin en yalan olanıdır. Birinin özel hayatını bilmeye ve araştırmaya kalkışmayın” buyurmuştur (Nevevî, 1568). Nitekim bir adam Abdullah b. Mes’ûd’a geldi ve “Falanca adamın sakalından şarap damlıyor” dedi. İbn Mes’ûd haberi getiren adamı uyararak “Biz tecessüste bulunmaktan men olunduk yani bir kişinin özel hayatını araştırmak bize yasaklandı, ancak iş tamamen ortaya çıkmışsa onu dikkate alırız” dedi (Nevevî, 1570).

Demek ki, iyiliği teşvik kötülükten alıkoymanın belli şartları vardır ve bunlar gözetilmelidir. Öyle ulu orta ve rastgele bu işe kalkışılmamalı, her zannın peşine düşülmemeli, her doğru her yerde söylenmemeli, her görülene ve duyulana zan ile yorum yapılamamalı ve hüküm verilemeli… Çünkü hakikati tespit hassasiyet gerektirir.

*

Öte yandan usûlüne uygun iyiliği teşvik ve kötülükten alıkoyma güzel ahlâk olduğu kadar kusur ve hataların örtülmesi de güzel ahlâktır. Bu ikisinin çatıştığı noktada ikincisi yani kusur ve hataları örtme tercih edilir. Bu da gösteriyor ki, iyiliği teşvik kötülükten alıkoyma ilkesinin uygulamasında, diğer toplumsal ve ahlâkî değerlerin ve ilkelerin göz önünde bulundurulması zarûret arz etmektedir.

Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen bir hadiste Rahmet Elçisi şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; bir bela ve musibete uğradığında veya düşman karşısında kaldığında onu yalnız bırakmaz. Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman kardeşinin sıkıntısını ortadan kaldırırsa Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarını kaldırır. Kim de bir kardeşinin ayıbını, kusurunu ve eksikliğini örterse Allah da kıyamet günü onun günahlarını örter yani affeder.” (Buhârî, “Kitâbü’l-mezâlim” 3).

İmam Matüridî’nin Te’vîlât’ta naklettiği bir hadîs ise ayıbı ortaya dökenin âkıbetine işaret etmektedir: “Kim bir kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbının araştırılmasına imkân verir. Böyle bir imkan verildiğinde de, ayıp meraklısı kendi evinde bile olsa rezil ve rüsva olur.”

Demek ki, eden bulurmuş!

Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste…

Bakınız: Matüridî, Te’vîlât Ehli’s-Sunne, nşr. Fatıma Yusuf el-Hıyemi, Beyrut 1425/2004, I, 466.

Celaleddin Devvanî, Celal (Şerh ale’l-Akîdetei’l-Adudiyye), Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1306, s. 81-82.

Nevevî, Riyâzü’s-sâlihîn, nşr. Suphi Salih, İstanbul: Pamuk Yayınları 1990, s. 865-866 (Hadis no: 1568 ve 1570).

Önceki İçerikHz. Peygamber ve Dinin Anlaşılması
Sonraki İçerikHz. Âdem ve Cehalet
1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini sürdürmekte.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here