اعوذ بالله، بسم الله
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًؕ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ
(Tahrîm 66/8)
AYETİN ANLAMI
Bu ayetin anlamına dair iki meal/yorum bulunmaktadır. Yorumlardaki farklılık ayetin (وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ) kısmının dilbilgisi açısından bir öncesine bağlanması veya söz başı kılınmasıyla oluşmaktadır. Öncesine bağlanmasıyla birinci meal, söz başı kılınmasıyla ikinci meal meydana gelmektedir.
Birinci meal
“Ey iman edenler! Nasûh tövbe ile Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi alt taraflarından ırmaklar akan cennetlerine koyar. O gün Allah, peygamberi ve onunla aynı imanı paylaşanları utandırmaz. Onların nuru önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken şöyle derler: “Rabbimiz! Nurumuzu arttır eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.”
İkinci meal
“Ey iman edenler! Nasûh tövbe ile Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi alt taraflarından ırmaklar akan cennetlerine koyar. O gün Allah, peygamberini asla utandırmaz. Onunla aynı imanı paylaşanların nuru önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken onlar şöyle derler: “Rabbimiz! Nurumuzu arttır eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.”
TÖVBENİN ANLAM ÇERÇEVESİ
Tövbe kelimesi “rücu etti” yani “döndü/yöneldi” anlamına gelen (تاب) tâ-be fiilinin masdarıdır. Ancak zamanla bu fiil “günahtan ve hatadan döndü (رجع عن الذنب)” anlamı kazanmıştır. Buna göre tövbe kelimesi “hatadan dönmek, yanlıştan kurtulmak, günahtan vaz geçmek ve pişmanlık duymak” anlamındadır.
Dinî anlamda tövbe dinen kötü sayılan, reddedilen ve yasaklanan işlerden güzel, iyi ve faydalı görülen işlere hiç vakit geçirmeden yönelmektir. “Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden pişmanlık getirenlerin tövbesidir; işte Allah bunların tövbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa 4/17).
Ayette geçen “nasuh tövbe” samimi olmaktır, bir daha dönmemek üzere günahtan ve hatadan kararlılıkla vazgeçmektir. İbn Abbas bu tövbeyi “kalp ile pişmanlık duymak, dil ile bağışlanma talebinde bulunmak” diye tarif etmiştir. Bir başka tarif ise kişinin görünen ve görünmeyen bütün işlerinde günah izi kalmayacak şekilde samimi bir dönüşüm ve arınma gerçekleştirmesidir. Rahmet Peygamberi “Din samimiyettir” buyurdu. “Kime karşı?” diye soruldu, “Allah’a, Kitabı’na, Rasûlü’ne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara karşı samimiyet” diye cevap verdi. (Müslim “İman” 95).
Ayrıca tövbe sadece hatadan kararlı bir dönüş değil, aynı zamanda Yüce Allah’ın rızasına uygun tutum ve davranışa dönmek, yasaklarından kaçınıp emirlerine uymaktır. İşte bu özellikte bir tövbe kişinin dünya hayatında günahtan arınmasına vesile olduğu gibi öte dünyada da kurtuluşuna vesiledir.
TÖVBE SÜRECİ
Tövbe süreci dört aşamada gerçekleşir. Bunlar günahı terk etmek, pişmanlık duymak, günahtan vazgeçme hususunda irade ve kararlılık göstermek, günah ve hatadan kaynaklı oluşan zararları ve kayıpları elden geldiğince telafi yoluna gitmektir. Bunlar zamana yayılarak değil, peş peşe hatta eşzamanlı gerçekleşmesi gerekir.
Kâfir, müşrik ve münafığın tövbesi küfür, şirk ve nifakı terk edip hakka ve hakikate yönelmek, Allah’ı bir ve yegâne rab olarak tanımak, görevlendirdiği peygambere tabi olmak, getirdiği dinin esaslarını gönülden benimsemektir.
Müminden beklenen günaha yaklaşmamaktır, bu onun muttaki halidir. Yanı sıra ihlas ve ihsan sahibi olmaktır, bu onun muhlis ve muhsin halidir.
Ama ne var ki, hatasız kul olmaz. Kula yaraşan hata ettiğinde pişmanlık duyup derhal tövbe etmektir, bu onun tevvâb halidir. Tevvâb her hata ettiğinde hemen tövbe edendir. Yüce Allah da tevvâbdır, çünkü O, kullarının samimi tövbelerini hemen kabul eden ve onları asla umutsuz ve günah psikolojisi içinde bırakmayandır.
Demek ki, günahlardan pişmanlık duymak, ilahî yasakları terk edip emirlere uymaya azimet göstermek müminin samimi halidir. Samimi tövbe samimi arınma demektir. Bu arınmaya başvuran kişinin geçmişini Yüce Allah temizler ve ilk doğduğu gün gibi saf ve tertemiz kılar. Zira bizim dinimizde aslî veya kalıcı günah yoktur. Bütün günahlar tövbe ile temizlenir.
KUL HAKKI
Kul hakkı konusunda, hakların iadesi veya helallik alınması esas kabul edilmektedir. Nitekim Yüce Allah Mutaffifîn Suresinde ölçü ve tartıda haksızlık yapanlara tövbeyi değil, öte dünyayı hatırlatmaktadır. Eğer kişi kula yönelik haksızlığını bu dünyada telafi etmez, öte dünyaya bırakırsa ya kazandığı sevaptan mağdura vermek veya onun günahını yüklenmek zorunda kalabilir. Yüce Allah’ın kullarının haklarının çiğnenmesine rızası yoktur, mağdur edilmiş kulunu devre dışı bırakarak bir bağışlama yoluna da gitmez. Çünkü Allah adildir ve her şeyi yerli yerine koyan hikmet sahibidir. Hz. Âdem’in iki oğlu (Habil ve Kabil) arasındaki olayda öldürenin kendi günahı yanında öldürdüğü kardeşinin de günahını yüklenmesinden bahsedilmesi kişiler arasında öte dünyada bir hesaplaşmanın olacağına işarettir (Maide 5/27-31). Nitekim halkımız arasında “günahını almak” ifadesi de buradan mülhem bir kullanım olsa gerektir.
Rahmet Nebisi Peygamberimiz de bu konuda uyarılarda bulunmuş ve hesap günü haksızlığa uğrayanların haklarını mutlaka alacaklarını, bu yüzden son nefesten önce haksızlık yapanların yaptıkları haksızlıkları telafi etmelerinin gerektiğini bildirmiştir. Çünkü haksızlık yapan, haksızlık yaptığı kişiye öte dünyada sevabından vermek veya onun günahını yüklenmek durumunda kalır. (Buharî, “Mezâlim” 10).
En iyisi dünya hayatında hakları iade etmek veya helallik almaktır. Yaptığından pişman olup haksızlığı telafi etmek ve helallik istemek ne kadar güzel bir erdemse telafiyi kolaylaştırmak ve helallik isteyene olumlu cevap vermek de bir o kadar güzel erdemdir. Ancak haksızlığı giderecek imkânı olduğu halde sadece helallik isteyerek işi geçiştirmeye çalışmak, samimiyetsizliktir. Bu kişi belki insanları kandırabilir ama kalpleri bilen Allah’ı asla kandıramaz.
İLK ÖRNEK TÖVBE
Tövbenin ilk örneği Hz. Âdem ve Eşi Hz. Havva’da görülmüştür. Onlar şeytanın vesvesesine kanıp Allah’ın ahdini unutmuşlar, azimet gösterememişler, şaşırmışlar ve yasak olan meyveden yemek suretiyle Allah’a asi olmuşlardı (Tâhâ 20/115-121). Ama onlar gerçeği çabuk kavramışlar, şeytanın vadinin boş bir aldatmaca olduğunu anlamışlar, pişmanlık duyarak Rablerine yönelmişler. “Ey Rabbimiz biz kendimize haksızlık ettik, eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen kaybedenlerden oluruz” (A’raf 7/23) diye yakararak samimiyetle pişmanlıklarını bildirip af ve mağfiret dilemişlerdir. Rahmân, rahîm, gafûr ve tevvâb olan Rabbimiz hemen onları bağışlamış ve ilk yaratıldıkları gün gibi tertemiz kılmıştır. (Bakara 2/37; Tâhâ 20/122).
Yüce Allah Hz. Adem ve Eşinin hayatını ve hayatlarındaki gelişmeleri sırf bilgi veya hikaye olsun diye değil, onun neslinden gelen bizlere bir tecrübe örneği, bir yol ve yöntem modeli olsun diye bildirmiştir. Çünkü onlar insan cinsinin ilkleriydi. Hz. Âdem erkek türünün, eşi Hz. Havva da kadın türünün ilkleriydi ve ilk örnekleriydi.
İnsanın bu şekilde geçmişte yaşanmış tecrübelere ihtiyacının olduğu aşikârdır. Geçmişte yaşananların kayda geçirilmesi, arşivlenmesi ve tarih kitapları yazılması tam da bu ihtiyacı karşılamak içindir. Bu kitaplar bize yaşanan güzellikleri haber verdiği kadar felaket, musibet, saldırı ve salgınları da bildirmektedir. Anlatılan güzellikler bizim için örnek tecrübeler olduğu kadar, yaşanan kötülükler de birer örnek tecrübedir. Kötü tecrübelerin bir daha yaşanmaması için insanlara korunma yolları öğretilir, ilk yardım denemeleri ve tatbikatları yapılır. Tabi ki hiç kimse kaza geçirmek, saldırıya uğramak; deprem, sel, yangın ve salgın gibi felaketlerle karşı karşıya kalmak istemez. Ama hayatta bunların hepsi birer olasılıktır. Bu yüzden bunlara karşı nasıl önlem alınacağının öğretilmesinin yanında, başa geldiğinde nasıl üstesinden gelineceğinin öğrenilmesi gerekir.
İşte Kur’an’da anlatılan kıssalar hem iyiye, güzele ve faydalıya nasıl ulaşacağımızı ve onları nasıl sürdürülebilir kılacağımızı hem de kötüden, günahtan ve zararlı şeylerden nasıl uzaklaşılacağımızı ve kurtulacağımızı anlatan tecrübe örnekleridir.
TÖVBENİN GEÇERLİLİĞİ
Tövbe dünya hayatıyla sınırlı ilahî af imkânıdır. Bu imkânı dünya hayatında kullanma kararlığı ve cesareti gösterenler kazanır, kullanmaktan kaçınanlar ise kaybederler. Dünya hayatı bittiğinde, ölümle yüz yüze gelindiğinde ve can boğaza dayandığında bu imkân da elden gider.
Baştaki ayette belirtildiği gibi dünya hayatında samimiyetle tövbe eden kişiyi Yüce Allah mutlak olarak bağışlayacağını hatta mükâfatlandıracağını vadetmektedir. Ayette hitap müminlere olduğuna göre Yüce Allah, mümin dahi olsa, kullarının bu dünyadan arınarak ayrılmasını dilemekte ve emretmektedir. “Ey iman edenler hep birlikte Allah’a tövbe ediniz” (Nur 24/31) ayeti tam da bu gerçeği bize bildirir.
Müminin hali buysa kâfirin, müşriğin veya münafığın hali nasıldır? Onların tövbesiz dünyadan ayrılması demek, kurtuluş yolunu kendilerine tamamen kapatmaları demektir. Çünkü küfür, şirk ve nifak Yüce Allah’ın asla affetmeyeceği cürümlerdir. Hâlbuki Yüce Allah dünya hayatı boyunca onlara tövbe etme yani imana gelme imkânı sunmuş, peygamberini bunun için görevlendirmiş, ilahî kitapları bunun için indirmiştir. Ama onlar bütün bu imkânları görmezden gelir, sırtlarını döner veya ellerinin tersiyle iterlerse öte dünyada sonucuna katlanırlar, bedelini öderler, ilahî adalete hesap verirler…
Demek ki, dünya hayatında son nefese kadar tövbe kapısı herkes için açıktır. “Günahından pişmanlık duyup samimiyetle tövbe eden kişi sanki günahsız kimse gibidir” (İbn Mace, Zühd 30) hadîs-i şerifi kâfir, müşrik, münafık, zalim, günahkâr, algıcı, saptırıcı, kibirli, öfkeli, kindar, sahtekâr herkes için geçerlidir. Yeter ki müşrik ve kâfir imana gelsin, münafık ikiyüzlülükten vazgeçsin, zalim zulmünden dönsün, günahkâr pişmanlık duysun, algıcı ve saptırıcı adam olsun, kibirli ve öfkeli tevazua gelsin, kindar kalbinden kini atsın, sahtekâr hile ve aldatma işini bıraksın…
Tövbenin geçerliliği samimiyete, umuda ve zamana bağlıdır. Samimiyet yoksa zaman dolmuşsa ve umut tüketilmişse tövbe imkânı da kaçırılmış demektir. Samimiyet, kişinin gönülden tövbe etmesi; zaman, son nefesten önceki hayat; umut, yaşama umudunun var olması demektir. Nitekim münafığın tövbesi samimi olmadığı, son nefese gelmiş kişinin zamanı doldurduğu ve firavunun tövbesi de yaşama umudunun tükendiği ana bırakıldığı için kabul edilmemiştir. Demek ki tövbe gönülden, son nefese bırakmadan ve henüz yaşama umudu varken olmalıdır. “Yoksa kötülükleri işleyip işleyip de ölüm gelip çattığında “Ben şimdi tövbe ettim” diyenlerle kâfir olarak ölenler için kabul edilecek bir tövbe yoktur.” (Nisa 4/18).
“Ey Peygamber, onlara Allah’ın şu buyruğunu söyle: “Günah işleyerek kendilerine zulmedip aşırılığa giden ey kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Allah bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Öyleyse azap size gelip çatmadan önce Rabbinize yönelip tövbe ediniz ve O’na gönülden teslim olunuz; sonra kimseden yardım göremezsiniz. Beklemediğiniz bir anda ansızın başınıza azap gelmeden önce size Rabbinizden indirilen en güzel hükümlere uyunuz.” (Zümer 39/53-54).