Kur’an Okurken Şeytan’dan Korunma

0

أعوذ بالله، بسم الله

فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ. اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ. اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذينَ هُمْ بِهِ مُشْرِكُونَ۟

“Kur’an okuyacağın vakit, ilahî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki iman etmiş olanlar ve Rablerine dayanıp güvenenler üzerinde şeytanın hiçbir etkisi olamaz. Şeytanın etkisi ancak onu dost edinenlere ve vesveselerine uyarak müşrik olanlaradır.” (Nahl 16/98-100)

Yüce Allah, bu ayetlerde öncelikle hidayet rehberi olarak indirdiği Kur’an’ı okurken şeytandan korunmayı emrediyor. Ardından da şeytanın etkili olduğu kişilerin özelliklerini sıralıyor.

Buna göre Allah’a iman eden ve güvenen kişiye şeytanın etkisi söz konusu değil. Ancak bir kişi şeytanı dost edinmişse veya onun vesveselerine kendisini açık hâle getirmişse, gönüllü şeytanın etki alanına girmiş demektir.

Bir başka husus, Kur’an okuyanlar sadece Allah’ı dost edinenler değil. Şeytanın dostları da onu okuyor. Tabii ki Kur’an’ı okuma ve ondan istifade etme, herkesin niyetine göredir. Allah’ın dostları iyilik ve güzelliğin, şeytanın dostları ise istismarın peşinde. Kur’an’ın hidayet rehberi olmasıyla, şeytanların bunu okuması ciddi bir çelişki, şeytan dostları açısından tam bir tutarsızlıktır.

Bu çelişki ve tutarsızlık, ancak dünyanın imtihan alanı olması ve insanın bu alanda özgür kılınmasıyla açıklanabilir. Özgürlük farklı inanç ve davranışları beraberinde getirir. Herkes kendi konumunu güçlendirme ve inancı için çift yönlü gerekçeler bulma peşine düşer. İnanan inancı için, inkârcı da inkârı için. Gerekçelerin çift yönlü olması, kendi inancını güçlendirme ve karşı tarafı zayıflatma amacına yöneliktir. Neticede dünya hayatı bir yarış ve mücadeleden ibarettir.

Bu tür mücadele hayatın akışı içinde doğaldır. Asıl doğal olmayan, yalan yanlış bilgilerle salt imaj bozmak, sırf kötülemek amaçlı eleştiri ve saldırıda bulunmaktır. Böylesi kişinin ne dürüstlük kaygısı vardır ne de gerçek arayışı; karşı tarafa zarar vermektir bütün çabası. İşte tarih boyunca şeytanların ve dostlarının kullandığı yöntemin esası budur. “Çamur at izi kalsın.” sözünün tam yansıması. Bunlar, kendi inancını ispattan aciz şeytan tayfası.

Onların amacı, kendi inancını doğrulamak veya güçlendirmek değil, karşı tarafa olabildiğince zarar vermek, olumlu olan her şeyi olumsuza çevirmektir. Salt kötü niyetli, sırf kötücül düşünce sahipleridir bunlar. Yaptıkları, insanların zihinlerini bulandırmak, soru işareti bırakmak, şüphe uyandırmak, her şeyi tersinden ele almak, tersine çevirmek, bilimi dogmalaştırmak, dini bozmak; düz olanı ters, hakikati sahte göstermek; temizi lekelemek, herkese kara sürmektir.

Neden? Çünkü bütün çabaları, eylemleri ve konuşmaları kötülük üzerinedir. Bugünün din karşıtları işte böyle bir tayfadır.

İşte bu ayetler tam da bu gerçeğe, Kur’an dahi olsa, kötü niyetli kişilerce her şeyin kötüye kullanılma ihtimaline dikkat çekmekte. Bu yüzden olsa gerek Felak Suresinde “Yarattığın her şeyin kötülüğünden felakın Rabbine sığınırım.” dememiz emredilmektedir. Demek ki yaratılmış olan her şeyin kötü tarafı ve kötüye kullanılma ihtimali vardır.

Peki, Felak Sûresinde her şeyin kötülüğünden Allah’a sığınılması emredilmişken neden Kur’an burada ayrıca anılmıştır?

Bunun iki sebebi var: Birincisi, Kur’an gibi şer tarafı asla bulunmayan, salt hayır olan bir şey dahi kötüye kullanılabilir, ikincisi ise Kur’an herhangi bir şey değil, Allah’ın kelamıdır, buna rağmen istismarı söz konusu olabilmektedir. Çünkü dünya, imtihan alanı ve insan kendisine tayin edilen ömür süresi içerisinde özgürdür. Bu özgürlüğünü kötüye kullanma ihtimali her zaman ve zeminde söz konusudur. Yaratıcısı olan Allah’ı inkâr eden, O’nun kelamını istismar etmez mi?

Demek ki şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlar hem Kur’an okumakta hem de kendilerince ondan gerekçeler üretmektedirler. Yani Kur’an’ı dahi istismar etmektedirler. Bu yöntem, çok yeni değil. Kur’an’ın inmeye başladığı günden bugüne müşrik, kâfir, münafık hepsi bunun peşindedir. Bugün bu yöntemi ateist, deist, nihilist, anarşist bir takım din karşıtı çevreler kullanmaktadır. Aradaki fark: dünkü kâfirler Kur’an’ın aslını istismar ediyorlardı, bugünküler mealini. Ortak nokta: Her iki kesim de saçma sorular ve şüpheler üreterek Kur’an’ın imajını bozma çabasındadır. Aslını istismar edenler emellerine eremedi, Kur’an meydan okudu, onlar cevap veremedi. Onlar gitti, Kur’an hâlâ nurunu yaymakta. Mealler üzerinden istismar yürütenlerin de bütün emelleri kursaklarında kalacaktır.

Ancak onların bu uydurma çabaları ve çarpıtma gayretleri hepten etkisiz değildir. İşte inançlı kesime burada görev düşmektedir. Yapılacak şey onların imaj bozma girişimlerini ve kurdukları tuzakları deşifre etme, hakkın yanında durup hakikate sahip çıkmadır. Bunun için tek yol: Allah’a dayanmak, şeytanlardan korkmamak ve inancında sabit ve sağlam durmaktır. Kimse olmasa da ben varım, diyebilmektir. Ancak tek çiçekle bahar olmaz. Öyleyse müminin görevi, Nasır Suresinde geçtiği gibi, hem kendini hem çevresini gözetmektir.

Bunun için her daim hazır olmak, hazır olmak için bilmek, bildiğini söylemek, söylediğini yapmak, yaparken kulluk bilincini yitirmemektir.

Kur’an okuma da bu bilinçle olmalı. Okurken Allah’ın kelamı olduğuna inanmalı, inançsızın okumasından kendini ayırmalı, duyguyla anlamı buluşturmalı… Eûzü-besmele çekerek yani şeytanın şerrinden Allah’a sığınarak okumaya başlamalı. Okuma esnasında Kur’an ismine uygun olarak bütün dikkatini Kur’an’a toplamalı, Furkan isminin gereği olarak da tüm çeldiricilerden sıyrılmalı, kendini Kur’an’a vermeli. Sadece Allah için, O’nun mesajını almak, hidayetine ermek için okumalı. O zaman Yüce Allah gönlü Kur’an’a açar, anlamayı kolaylaştırır, dilin bağını çözer ve dinleyenlere de anlama kolaylığı sağlar.

Önceki İçerikO Mübarek Geceye
Sonraki İçerikİbnülemîn ve Son Asır Türk Şairleri’ndeki Tecelli
1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini sürdürmekte.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here