Bursa: Şiir Şehir

0

Söze, Bursa’da Zaman’dan birkaç mısra ile başlamak isterim:

Bursa’da eski bir cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar…
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Şairi tekrar rahmetle anıyorum…

Bursa, Evliya Çelebiye göre “rûhâniyetli şehir”. Osmanlı’yı kuran şehir; bütün kurucu unsurları bağrında saklamıştır. Devleti kuran irade, siyasî, askerî ve iktisadî hayattan ibaret değildir. Bunlar elbette olmazsa olmazlar. Ama bir de hukuk var; toplum zihniyetini inşa eden âmiller var… Bunlar ilim ve irfan kavramlarıyla temerküz eden geniş bir alanı ihsas eder. Bu bakımdan Bursa rûhâniyetlidir. Zira burada, devleti kuran, kurucu isimler cem olmuştur. Gümüşlüden başlayarak, Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin taşıdığı gaza ruhu, o ruhaniyetin temel iksiridir. Keza bu gaza ruhu Hüdâvendigar’da, Yıldırım’da, Yeşil’de ve Muradiye’de birer ulu çınara tebdil eder.

Demem o ki rûhâniyet sadece menkıbevî hayatını okuduğumuz ulu kişilerin, bilgelerin toprağında aranmaz. Devlete ve millete hizmet eden, siyasî ve askerî kahramanlarımız da vardır. Bu millet, o kahramanlara da “velayet” gömleğini giydirmiştir. Ama bir de Alâeddin Bey gibi müstağni davranıp, taht ve taç kavgasına karışmadan mânâ ile meşgul olan büyük ruhlar var. Umur Bey, Pars Bey ve Bâlî Bey gibi şehrin imarı için kendini vakfedenler var. Onları da hatırda tutarak Evliya Çelebi’nin tavsifini anlamak, anlamlandırmak icap eder.

Gayet tabii, ilim ve irfan arkının büyük kaynakları sırlı bu şehirde… Emir Sultan’dan başlayarak ebâdilenin sırlı isimlerini, Geyikli Baba’yı, yolu Bursa’dan geçen Abdal Murad’ı, Somuncu Baba’yı ve diğerlerini de hatırlıyoruz. Keza Molla Fenârî, Hocazade ve Molla Gürânî gibi ilim ve fen sahasında olduğu kadar devlet kurumunun teşekkülünde de imâl-i fikr eden büyük insanları da unutmamak lazım. Velhasıl, Çelebimiz haklıdır, Bursa ruhâniyetli şehirdir.

Bendeniz, bu tanımın dışında bir de şunu ekliyorum: Bursa şiir şehirdir… Bunu yıllardır söylüyoruz. Kavramı temellendirmek için evvelce yazılar da yazmıştık. Bu yazılarla kalmadık, dostlarımız hatırlayacaktır, “şiir şehir projesi” çerçevesinde bir dizi sempozyumlar da düzenledik. Süleyman Çelebi’den başlayarak Eşrefoğlu Rûmî’ye, Ahmed Paşa’ya,  Cem Sultan’a, Lâmî-i Çelebi’ye ve Niyâzî-i Mısrî’ye değin bir dizi sempozyumlar ve kitaplar… Şükürler olsun. Şükrediyoruz. Zira şehre hizmet, nasip meselesidir.

Bursa şiir şehirdir. Neden? Bu kavram şehrin kuruluş efsanesiyle doğrudan alakalıdır. Her ne kadar şehir tarihçileri Bursa’yı Kartacalı Hannibal’ın telkinleriyle Bitinya Kralı Prusias’ın kurduğu söylese de biz, Evliya Çelebi’nin izinden giderek Hz. Süleyman ve veziri bilge insan Âsâf ile ilişkilendirerek hikâyeyi okumak isteriz. Başlangıç bir kurgudur. Aslında her iki kurgu da güzel mânâlar ihtiva ediyor. Ama Belkıs’ın tahtıyla âlemde tayy eden Hz. Süleyman’ın Bursa’nın yerine bakıp burayı “yeryüzünde cennet” olarak tavsif etmesi önemlidir. Nitekim Âsâf’ın telkiniyle bu cennet köşesinde şehri o inşa etmiştir… Büyüleyici bir coğrafî donanıma sahip.

Evet, güzelliğin vücut bulduğu bir şehir. Sadece tabii açıdan değil, daha kuruluşuna dair efsanelerde bile bu güzellik saklıdır. Bu saklı şehir, baştan itibaren şiirdir. Bu şiiri okumak lazım önce…

Evet, şehri okumak icap eder… Şehir şiirini okumak.

Önce şunu ifade edeyim: Şehir, okumasını bilen için derinlikli bir kitaptır. Zira şehri okumak, bizzat düşünceye dokunmaktır. Orada düşünme, okuma ve hareket bir aradadır. Şehir senin oyun alanın, sen orada oynuyorsun. Nitekim şehirde öylesine dolaşmak değildir, şehri okumak. Bilinçli bir oyuncu olacaksın… O vakit sokaklar sana konuşur.

“Bursa şiir şehirdir.” sözü buradan neşet eder… Ben, meseleye şiir açısından bakıyorum ve şehri, yazılmış bir şiir gibi okuyorum. Hz. Süleyman’ın yazdığı şiir… Sen başka bir pencereden bak, mimariden bak, estetikten bak yahut mezar taşlarından bak.

Şehri okursanız, şehirle söyleşirseniz şehir size sırlarını faş eder. Birden bir düşünce geliverir, sanki sevdiğimiz birisi teşrif etmiş gibi… O düşünceyle yatar kalkarsınız ve bir de bakarsınız, o düşünce bir kitaba dönüşmüş.

Okumaktan murat, biraz da dinlemektir. Daha doğrusu, ilk emir “oku” olarak belleğimize nakşetmiş. Oysa kıra’a, dinlemek ve dilediğini tekrar etmek anlamı da içerir. Dinlemek, okumaktır; okumak da dinlemek.

Şehri dinlemek lazım… Bizzat şehri olduğu gibi, şehrin bilgeleri vardır; onları da dinlemek lazım. Bazı konular kitaplarda bulunmaz. Hikâyeyi metinden değil, bizzat kahramanından dinlemeli.

Bazıları ser verir sır vermez. Onlar çantacıdır.

Çantacı… Doğu kültürü, sözlü kültürdür. Yazıdan çok söz var. Bazı kimseler, malumat sahibidir, bilir ve bu bildiklerini paylaşır. Bazıları ise, bildiklerini saklar. O bilgi, onlarla mezara gider. Bunlara, çantacı denir. Çantacı, eserler çantada; ama kimseyle paylaşmadığı için unutulup gider. Bu bilgi cimriliğidir.

Şehrin türküsünü dinlemek, şarkısına tanık olmak… Okuduğun ve dinlediğin şehir, sana kendi sırlarını açar. Bu açıdan bakınca bendeniz, kadim şehrin her sokağında bir şiir okurum. Mesela Orhan Gazi ve Osman Gazi’nin huzurunda Tursun Fakih’ten bahadırlık dersi veren gazavatnâme okurum. Tursun Fakih, her ne kadar Bursa’da olmasa da ruhu buradadır. O ruh, Hüdavendigar ile akıncı kimliğine bürünüp Rumeli’yi yurt edinecektir. Keza o kurucu ruh, devlet aklını inşa sadedinde Ahmedî’ye İskendernâme’yi yazdıracak; Ulucami’de Vesîletü’n-necât olarak yeniden anlam kazanacaktır. Ahmed Paşa’ya Divan tertip ettiren, Lâmî-i Çelebî’ye onca tercüme ve telifâtı yaptıran da hep o ruhtur.

Şehir, kendi şiirini böylece yazmaya devam eder. Üftâde’nin ilâhîleri, Bursevî’nin vâridât ve şerhleri ve Mısrî’nin Kaside-i Bürde’yi tesbi’ gayreti hep bu şiir şehrin bereketidir. O bakımdan şehrin tarihi, mekânı ve insanıyla hep o şiiri yeniden yeniden okumuştur. Şunu biliyoruz: Her okuma, yeni bir inşa (yazma/anlatma) faaliyetidir… Bu böyle evrile evrile Tanpınar’a kadar gelmiştir. Şimdi ondan bayrağı devralan şairlerimize selam ediyorum.

Önceki İçerikFelsefe ve İlahiyat
Sonraki İçerikÖlçü
Prof. Dr. Bilal Kemikli, Sivas’ta doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı, 1998'de doktor, 2002'de doçent ve 2008'de profesörlüğe yükseltildi. Ankara, Yüzüncü Yıl, Süleyman Demirel ve Bursa Uludağ Üniversitelerinde öğretim üyesi ve idareci olarak görev yapan Prof. Kemikli, DPÜ İlahiyat Fakültesi’nin kurulmasına kurucu dekanı olarak öncülük etti. Halen Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak çalışmalarını sürdüren yazar, akademik yayınların yanında kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde inceleme, eleştiri ve deneme yazıları yayımladı. Bir süre TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda Çocuklar İçin adlı programı hazırlayıp sundu. Bazı TRT Belgesellerinde danışman ve metin yazarı olarak görev yaptı.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here