Bu yazı dizisinde çeşitli kitap ve tefsirlerden derlediğimiz Kur’an’a dair soru ve cevapları paylaşacağız. Soru ve cevaplar farklı düzeylere hitap edebilmektedir; bazıları İlahiyat lisans seviyesindeki muhataba hitap ederken, diğer bazıları ise doktora ve sonrası seviyesindeki muhataplara hitap etmektedir.
Muhteva itibariyle ise bir kısmı Kur’an’ın nazımı (kendine özel söz dizimi) ve üslûbuyla; bir kısmı Kur’an’ın kendi içindeki tutarlılığıyla ve temel aldığı mantıkla; diğer bir kısmı ise anlatım incelikleriyle alakalı, hemen her asırdaki entelektüel iştihayı kabartacak türden sorulardır. Her yazıda bu sorulardan sadece 10 tanesine yer verilecektir.
FÂTİHA SÛRESİNE DAİR SORULAR
1- Soru: Zeccâc (ö. 311/923) ve diğer bazı bilginlerden nakledildiğine göre, الرَّحْمَٰنِ “er-rahmân” kelimesi, rahmet vasfında, الرَّحِيمِ “er-rahîm”den daha etkilidir. Araplar, medih sıfatlarını sayarken aşağı seviyeden yukarı doğru sayarlar. Mesela, فلان عالم نحرير “Falanca âlimdir, allâmedir.” derler. Çünkü seviye bakımından üstte olan bir sıfatın önce, altta olanın sonra zikredilmesinde bir fayda söz konusu değildir.
Hal böyleyken, ayette (Fâtiha, 1/3) nasıl ve niçin “rahman” kelimesi önce zikredilmiştir?
Cevap: الرَّحِيمِ kelimesi (Abdurrahim ve Rahim örneğinde olduğu gibi) müstakil olarak da muzaf olarak da başkaları için kullanılır. الرَّحْمَٰنِ ise (Abdurrahman misalinde olduğu gibi) muzaf olarak başkası için kullanılsa da müstakil olarak yalnızca Allah için kullanılır. Bu yüzden الرَّحِيمِ’den önce zikredilmiştir.
2- Soru: Ayette (Fâtiha, 1/5) “Allah’tan yardım istemek” نَسْتَعِينُ mukaddem (öncelikli) olduğu halde -çünkü kul ibadet yapabilmek için Allah’tan yardım ister, Allah da ona yardım eder- “ibadet” نَعْبُدُ niçin ondan önce zikredilmiştir?
Cevap: Burada “vav” tertip ifade etmez. Yahut da burada ibadetten murat “tevhit”tir. Tevhitse “diğer ibadetler için yardım istemeye” göre daha önceliklidir (mukaddem). Çünkü tevhit ehli (muvahhit) olmayan ibadet için yardım istemez.
3- Soru: Ayetteki (Fâtiha, 1/6) “doğru yol”dan murat, rivayetlerin belirttiğine göre, İslam’dır veya Kur’an’dır yahut da cennete giden yoldur. Müminler zaten bu yola hidayet edilmiş kimselerdir. Öyleyse onlar için “Bizi doğru yola ilet” şeklinde hidayet talep etmenin manası nedir? Bu bir yerde tahsil-i hâsıl değil midir?
Cevap: “Bizi doğru yola ilet”in manası, -sû-i hâtime (kötü son) korkusundan dolayı- “bizi doğru yolda sabit kıl; bu yolda devam ettir” demektir. Buradaki dil kullanımı Arapçadaki şu kullanıma benzer: Araplar duran birine, “Ben gelinceye kadar dur.” derler. Bu, durmaya devam et, bir yere gitme demektir. Yahut da hidayetin artırılmasını istemek anlamına gelir. Şu ayetlerde olduğu gibi: وَالَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى “Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini arttırır.” Muhammed, 47/17. وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ “Allah, doğru yola gidenlerin hidayetini artırır.” Meryem, 19/76.
4- Soru: Ayette (Fâtiha, 1/7) maksadı ifade için غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَالضَّالِّينَ “gazaba uğrayanların doğru yoldan sapanların yoluna değil…” yeterliyken, وَلَا الضَّالِّينَ şeklinde başına لا gelmesinin faydası nedir?
Cevap: غير kelimesinin ifade ettiği olumsuzluğu (nefy) tekit içindir.
BAKARA SÛRESİNE DAİR SORLAR
5- Soru: Kur’an’da şüpheye düşmüş nice sapkın kimse varken, -nitekim bunu وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا “Kulumuza indirdiğimizden şüphe içindeyseniz” (Bakara, 2/23) ayeti de teyit etmektedir- nasıl olur da istiğrâk yoluyla (herkesi içine alacak şekilde), لَا رَيْبَ ۛ فِيهِ “kendisinde hiç bir şüphe yok” (Bakara, 2/2) denmiştir?
Cevap: Ayetin anlamı, şüpheye mahal yok demektir. Yahut Resûl ve müminler onda şüpheye düşmezler demektir veya form itibariyle nefiy ama anlam itibariyle nehiydir. Yani “Allah’tan olduğu noktasında şüpheniz olmasın!” demektir. Bunun bir benzeri, وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ “Kıyamet, hiç şüpheniz olmasın gelecektir.” (Hac, 22/7) ayetidir.
6- Soru: “Müttakîler” zaten hidayette olan kimselerken, nasıl olur da هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ “Müttakîler için yol göstericidir” (Bakara, 2/2) denir? Sanki hâsılı tahsil var gibidir?
Cevap: “Müttakî olacaklara yol göstericidir” yani müttakîler ancak Kur’an’ın hidayetinden istifade etmek suretiyle müttakî olurlar anlamındadır. Yahut “Bu kitap müttakîler için hidayette sebat demektir” veya “müttakîlerin hidayetini artırır” anlamındadır. Yahut da özellikle müttakîleri zikretmiştir çünkü Kur’an’ı kabul edip, ona tabi olmakla ondan gerçek anlamda faydalananlar onlardır. Bu durum şu ayetteki duruma benzer: اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ “Sen ancak (Kıyamet’ten) korkanlar için bir uyarıcısın.” Nâzi’ât, 79/45. Veya hem müttakî olanları hem de olmayanları kast etmiştir ama sadece birine inhisar ettirmiştir. Şu ayette olduğu gibi: وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ “Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler yarattı” (Nahl, 16/81) Bu aslında sıcaktan ve soğuktan koruyan demektir, ama sadece “sıcak” zikredilmiştir. Burada vahyin indiği coğrafyadaki ilk muhatapların durumu dikkate alınmıştır.
7- Soru: “Kandırılmak”, olayların nasıl gelişeceğini kısaca neyin ne olacağını bilmeyen kimse için söz konusudur. Birisi bir başkası kimse için bir kötülük murat ettiği zaman Arapça’da خدعه denir.
İmdi, nasıl olur da hiçbir şey kendisine gizli değilken Allah hakkında يُخَادِعُونَ اللَّهَ “Allah’ı kandırıyorlar.” (Bakara, 2/9) denir?
Cevap: Ayetin anlamı Allah resûlünü kandırıyorlar demektir. Şu ayetlerde olduğu gibi: اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ “Sana biat eden Allah’a biat etmiştir.” Fetih, 48/10. مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ “Resûle itaat eden Allah’a itaat etmiş demektir.” Nisâ, 4/80. Yahut da münafıkların nifakı, hilekârın oyununa benzediği için bu şekilde isimlendirilmiştir.
8- Soru: Münafıkların dışında da fesat çıkaran olduğu malumken, nasıl olur da أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ “Dikkat edin asıl fesat çıkaranlar onlardır.” (Bakara, 2/12) ayetinde fesat münafıklara hasredildi?
Cevap: Burada fesatla kast edilen nifaktır. Nifak bir yerde onların ihtisasıdır.
9- Soru: “İstihzâ” abes ve alay kabilindendir. Bu da çirkin bir şeydir. Allah da çirkinlikten münezzeh olduğuna göre, nasıl olup da اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ “Allah da onlarla alay ediyor.” (Bakara, 2/15) denilmiştir?
Cevap: Âyette istihzâ kelimesi, “istihzânın karşılığı” anlamındadır; müşâkele yoluyla “istihza” denmiştir. Tıpkı şu ayette olduğu gibi: وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ “Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür.” Şûrâ, 42/40. Bu örnekte birinci سَيِّئَةٍ’nin anlamı kötülük, ikicisi ise karşılık demektir.
Buna göre suale konu olan ayetin anlamı; Allah onlara istihzalarının karşılığını verir demektir. (Not: Müşâkele, bir fiilin değişik kelimelerle yapılan ve farklı mânâlara gelen birleşiklerinin aynı ifade içinde kullanılması sanatıdır: “Kendi bâzan gelir ammâ sözü gelmez kaleme” mısrâında gelmek fiiliyle müşâkele yapılmıştır.)
10- Soru: Müşrikler Allah’ın ne dengi ne de ortağı olmadığını bilmiyorlardı. Hatta onun dengi ve ortakları olduğuna itikat ediyorlardı. Hal böyleyken nasıl olur da فَلَا تَجْعَلُوا لِلَّهِ أَندَادًا وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ “Bile bile Allah’a ortaklar koşmayın” (Bakara, 2/22) denildi?
Cevap: Ayetteki “bile bile” ifadesi, Allah’ın dengi sandığınız şeylerin, ayette adı geçen şeyleri yapamayacaklarını bile bile demektir. Yahut Tevrat ve İncil’de Allah’a ortak koşmanın caiz olmadığını bile bile demektir.