Türk Dünyası Kültür Başkenti Bursa’da Tasavvuf Kültürünün Macerası

0

Tasavvuf yâr olub bâr olmamakdur

Gül-i gülzâr olub hâr olmamakdur

Ruşenî

     Din insanı ihya eder, insan şehri inşa eder, şehir medeniyeti ifşa eder. Medeniyetin sacayağı kişiler, kitaplar ve kurumlardır. Kişiler kurumların yardımıyla üç konuda eserler ortaya koyarlar: İlim, fikir, sanat.

İslâm kültür ve medeniyetinin mühim ilim dallarından biri tasavvuftur. Ahlâkî, ilmî, ictimâî, fikrî, felsefî, bediî hareketlerle iç içe olan yani yukarıda sıralanan medeniyetin üç ana konusuyla ilgili eserler ve faaliyetler ortaya koyan tasavvufun özellikleri yeterince bilinmeden İslâm medeniyetini bütünüyle kavrayabilmek, tahlil ve tenkit edebilmek mümkün değildir. Şimdilik alt başlık olarak şu tespiti de ilave edelim: Bu ilmin üç ana konusu tasavvufî şahsiyetler, tasavvufî kitaplar ve tasavvufî kurumlardır. Kurumlardan kastımız da dergâhlar, vakıflar ve tarikatlardır.

İslâm dünyası, Hz. Peygamber’in vefatından bir-iki asır sonra bir taraftan Doğu’ya Kaşgar’a doğru genişlerken diğer taraftan Batı’nın, Kurtuba’nın yolunu tutmuştur. Kur’an ve Hadis’i temel alan bu hareket gittiği bölgelerin kültürünün de bazı unsurlarını tercümeler yoluyla alarak bir senteze ulaşmıştır. İşte bu esnada temelleri atılan ilim dallarından biri de tasavvuftur. Türk dünyasının Müslüman olmasıyla yakından ilgili olan bu akım, daha sonraki asırlarda Buhara, Bursa, Bosna ana güzergâhında seyredenlerin yoluna ışık tutan meşalelerden biri olmuştur. Bu meşale bazen Kırım Kazan’ı bazen Kahire Kayravan’ı aydınlatmıştır.

Bursa’nın Türk Dünyası Kültür Başkenti olması sebebiyle kaleme alınan önünüzdeki yazıda yukarıdaki maddelere konumuz çerçevesinde kısaca temas edilecektir.[1]

Tasavvuf Nedir?

Tasavvufun yüzlerce tarifinin yapıldığı bilinmektedir. Bu “çok tariflilik” ilk bakışta bir zorluk getiriyorsa da konunun muhtelif boyutlarına ışık tutması açısından faydalı bir faaliyet olarak değerlendirilmelidir. Bazı sûfîler onu, kişinin İslâm ahlâkını yaşaması, dünyevî sevdalara değil bütün gönlüyle ilâhî aşka yönelmesi şeklinde tarif ederken bazı dervişler de edebi, nefis mücadelesini, riyazeti, ciddiyeti, amel ve ibadeti, kalp temizliğini, keşf ve gönül bilgisini, murakabe veya müşahedeyi esas almış; bu esaslardan birini veya birkaçını kullanarak tasavvufu tarif etmişlerdir.

Tasavvufu manzum olarak tarif eden sûfîler de vardır:

Tasavvuf kalbi Hakk’a bağlamakdur

Yüreğin aşk adıyla dağlamakdur /  Rûşenî

Tasavvuf anlamaktır yetmiş iki milletin dilin

Tasavvuf âlem-i akla Süleyman olmağa derler /  İbrahim Efendi

Ana Tarîkatlar

Tasavvufî hayatı besleyen tasavvufî düşünce ve yorumlar ilk yüzyıllarla birlikte tarih sahnesine çıkmış bunu özel mekân olarak tekkeler ve zaviyeler izlemiştir. Fakat bugün bilinen meşhur tarikatların oluşmaya başlaması için uzun bir zaman gerekmiştir. Şimdi kısaca bu tasavvufî mektepleri/ekolleri şehrimizle olan irtibatına da dokunarak kısaca tanıyalım.

Kâzerûniyye

Cihad ve irşâda yönelik faaliyetleriyle dikkat çeken Kâzerûniyye, Ebû İshak İbrahim b. Şehriyar’a (ö. 1034) nisbet edilen bir tarîkattır.[2]

Osmanlı sultanı Yıldırım Han’ın, Kâzerûnî dervişlerine 1399’da yani Ulucami’yi yaptırdığı sene Bursa’da zâviye yaptırması ve vakıf kurması da üzerinde durulmaya değer bir konudur. Vakfiyenin bir yerinde şu ifade vardır. “Murad Han oğlu Bayazid Han… riya ve süm’adan halî bir niyetle Bursa’da Tahtakale denilen yerin arkasında tarîk-ı âmın önünde bir zâviye‑i şerife kurdu. Bunu, “Şeyh Ebû İshak Kâzerûnî ashabına, âdet olduğu vech ile gelip gidenlerin, misafirlerin mukimlerin… mümkün olduğu derecede i’zâz ve ikram hizmetlerinin îfası için vakfetti.”[3]

Cami, günümüzde Absak (Ebû İshak’tan bozma) sokakta hizmetlerine devam etmektedir.

Firdevsü’l-Mürşidiyye isimli Ebû İshak Kâzerûnî Menâkıbnâmesi Türkçe’ye çevrilmiştir.[4]

Vefâiyye

Selçukluların son yüzyılı, Osmanlıların ilk yüzyılında Anadolu sahasında varlığını hissettiren tasavvufî yolların başında Vefâiyye’yi saymak gerekir. Ebu’l-vefâ Bağdadî ile (ö. 1107)  tarih sahnesine çıkan bu ekol, söz konusu sıkıntılı yüzyıllarda yaşayan dervişleri başta Baba İlyas ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere derinden etkilemiştir. Vefâiler, Babaîlerle iç içe olduğu gibi Şeyh Edebâlî kanalıyla Osmanlı dünyasıyla da irtibatı vardır.

Bursa’nın fatihi Orhan Gazi Geyikli Baba’nın meşrebini merak ettiğinde şu cevabı almıştı: “Baba İlyas müridiyim, Seyyid Ebu’l-Vefâ tarikatindenim.” Türbesi Bursa ile İnegöl arasında Babasultan köyünde ziyaretçilerini beklemektedir.

Terceme-i Menâkıb-i Tâcü’l-Ârifin tarikat pirinin hikâyesini anlatmaktadır.

Yeseviyye

İslâm dünyasında oluşan en kadîm tarîkatlardan biri Yeseviyye’dir. Ahmed-i Yesevî’ye (ö. 1167) nisbet edilen bu tarîkat ile Türkler’in Müslüman olmaları arasında çok sağlam bir bağ vardır. X. yüzyılla birlikte İslâm’la tanışan Türkistanlılar Ahmed-i Yesevî’nin Türkçe Dîvân-ı Hikmet’iyle bu dini öğrenmiş, tanımış ve sevmiştir. Dîvân-ı Hikmet diye bir araya getirilen bu manzumelerde namaz, oruç gibi ibadetlerin yanında tasavvufî ahlâkın pek çok konusu da şiirin sihirli formülleriyle işlenmiş ve yeni müslüman olmuş olanların gönüllerine sunulmuştur.

Hazinî tarafından kaleme alınan ve Sultan III. Murad’a takdim edilen Cevâhirü’l- Ebrâr min Emvâci’l-Bihâr adlı Türkçe-Farsça eser, bu kültürün temel kitabı olma özelliğini hâlâ ta­şı­maktadır.[5]

Kâdiriyye

Abdülkâdir Geylânî’yi pir kabul eden tarîkatın Eşrefiyye kolunun kurucusu ve Kâdiriyye’yi Bursa/Osmanlı topraklarına getiren ilk sûfî Eşrefoğlu Rûmî (ö. İznik, 1469) konumuz açısından önemlidir.

Eşrefoğlu’nun Hama’dan İznik’e dönüp irşâda başlamasıyla Kâdiriyye ilk Osmanlı payitahtına ulaşmış oldu. İznik ve Bursa’da kurulan Eşrefî dergâhlarıyla birlikte Dîvân’ı 1448 yılında kaleme aldığı Müzekki’n-Nüfûs’u (nefisleri te­mizleyen) ve diğer eserleriyle maddî ve manevî fetihlere zemin hazırlamış, yüzyıllar boyu evlerde, tekkelerde, mescidlerde bu eserler okunmuştur.

Rifâiyye

Ahmed Rifâî’ye nisbet edilen, adı sebebiyle Ahmediyye, doğum yeri sebebiyle Betaihiyye diye de bilinen bu tarîkat Anadolu’da/Osmanlı coğrafyasında yaygın olan tasavvufî mekteplerden biridir.

Rifâîlerin çok erken devirlerde Basra’dan Anadolu’ya, Konya’ya geldikleri Eflakî’nin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. İbn Battûta buna Amasya, İzmir ve Balıkesir’deki Rifâî zâviyelerini de ilâve ediyor.

Bursa’da Mir-i Büdelâ, Kasap Cömert, Abdulmümin, Seyyid Nâsır, İsmail-i Rûmî dergâhları zaman zaman bu yola mensup sûfîler tarafından yönetilmiştir.

Sa’diyye

Mekke doğumlu olan ve 1180 tarihinde Şam’da vefat eden Sadeddin Cibavî, tarikatın piridir. Zaman içinde Bursa, İstanbul ve Balkanlarda Sa’dî dergâhları kurulmuştur. Cumhuriyet döneminin meşhur yazarlarından Sadeddin Nüzhet Ergun Bursa doğumlu bir Şa’dî şeyhidir. 1925 tarihinde tekkeler sırlandığında İstanbul Hallaç Baba dergâhı şeyhi idi. Eserleri bu şehrin hem edebiyat hem de musikî tarihini aydınlatmıştır.

 Bursa’daki en meşhur dergâh ise 1543 yılında vefat eden Zincirî Ali Efendi’nin ismini taşımaktadır. Tekkenin son şeyhi Erzurumlu İsmail Hakkı Efendi 1932 de vefat etmiştir.

Halvetiyye

Anadolu’nun yakından tanıdığı tarîkatlardan biri de Halvetiyye’dir. Halvet hayatını çok sevmesi sebebiyle Halvetî lakabını alan Siraceddin Ebû Abdullah, Lahcan’da dünyaya gelmiş Herat’ta vefat etmiştir (1397).

Anadolu için bizi özellikle ilgilendiren, tarîkatın ikinci piri Seyyid Yahya Şirvânî (ö. Bakü 1462) ve onun mürîdleri M. Bahâeddin Erzincanî (ö. 1474) ile Dede Ömer Rûşenî’dir (ö. 1487). Halvetiyye, Erzincanî’nin mürîdi Cemâl-i Halvetî (ö.1494) ile II. Bâyezid devrinde İstanbul’a sonra Bursa’ya gelecektir. Bursa’da farklı kolların tekkeleri hizmet vermiştir.

Nakşibendiyye

İslâm dünyasında en yaygın üç tarikattan biri olan Nakşibendiliğin bu coğrafyadaki ilk büyük temsilcisi Molla Abdullah İlâhî’dir. Kütahya/Simav’lı olup tahsilinin bir kısmını İstanbul’da tamamladıktan sonra devrin önemli ilim merkezlerinden biri olan Türkistan bölgesine gitti ve Ubeydullah Ahrar’ın (ö.1490) mürîdi oldu. İcazetini aldıktan sonra Simav’a dönerek irşâd görevine başladı. Böylece Lâmiî Çelebi’nin tesbitiyle “tarîk-ı Hâcegân avâzesi Vilâyet-i Rûm’a münteşir oldu.”[6] Bir müddet sonra İstanbul’a, oradan da Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “o asrın kutbu’l-aktabı izni ile kendisine Rumeli halifeliği verilerek” Vardar Yenicesi’ne giden Molla Abdullah İlâhî, üç dilde (Arapça, Farsça, Türkçe) eser veren sûfîlerden biridir. Şairliği yanında, özellikle Şeyh Bedreddin’in Vâridât’ını şerh etmesi önemli bir yönüne işaret etmektedir.

Bursalı Lâmiî Çelebi bu yolun yolcusudur.

Zeyniyye

Horasanlı sûfîlerden olan Zeyneddin-i Hâfî’nin (ö. 1434) adından kaynaklanan bu tarîkatın Anadolu’daki macerası da dikkat çekicidir. Hâfî tahsilini tamamladıktan sonra tasavvufî terbiye için Nureddin Abdurrahman Mısrî’ye intisab etmiş ve seyr ü sülûkunu tamamlamıştır. En meşhur eseri, el-Vesâye’l-Kudsiyye’dir. Anadolu’da iki mühim temsilcisi vardı: Abdurrahim-i Merzifonî ve Abdüllatîf-i Kudsî. Birincisi Merzifonludur.[7]

Bursa’da Zeynîler semtindeki dergâhtan başka bu tarîkatın en meşhur tekkesi, Abdüllatif-i Kudsî’nin yanında yetişen Şeyh Vefâ tarafından XV. yüzyılda İstanbul’da kurulan dergâh olacaktır.

Kübreviyye

Necmeddin Kübrâ’ya (ö. Köhneürgenç 1221) nisbet edilen bu tarikatın Anadolu ve Rumeli’de Kübrevî tekkeleri yoksa da gerek Necmeddin Kübrâ’nın gerekse mürîdi Necmeddin Dâye’nin eserleri okunan ve sevilen yaygın eserler arasındadır. Dâye, Mirsâdü’l-İbâd adlı Farsça eserini Anadolu’da iken kaleme almış ve eser II. Murad adına Karahisarlı Kâsım b. Muhammed tarafından çok erken bir dönemde 825 (1422) İrşâdu’l-Mürîd ile’l-Murâd ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir. Necmeddin Kübrâ’nın da tarîkatların el kitabı mahiyetinde olan Usûlü’l-Aşere adlı küçük risâlesi İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1725) tara­fından Türkçe’ye çevrilip şerh edilmiştir.[8]

Kübreviyye’nin Bursa’daki ilk büyük temsilcisi ise Emîr Sultan’dır.

Emîr Sultan dervişleri

Tesbih u sena işleri

Dizilmiş hüma kuşları

Emîr Sultan türbesinde

Bektâşiyye

Din ve kültür tarihimizdeki en dikkate değen tasavvufî yollardan biri Bektâşîliktir. Tarîkatın yaygınlık kazanması ve güçlenmesi ikinci Pîr Bâlım Sultan’dan (XVI. asır) ve özellikle Yeniçeri ordusuyla yakın temasa geçtikten sonradır. Bu temas tarîkatın Anadolu ve bilhassa Rumeli topraklarında tutunmasına sebep olmuş, yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât isimli eserinde şeriat, tarîkat, ma’rifet, ha­kîkat konularını 10 ayrı makama taksim ederek 40 alt başlıkta işlemiştir.

1826’da Yeniçerilikle birlikte yasaklanan Bektâşîlik çok yakından takip edilmiş ve sindirilmiştir. Daha sonraki yıllarda devlet bu tekkelerin açılmasına göz yummuşsa da tarîkatı resmen tanımamıştır.[9] Işıklar’daki Ramazan Baba dergâhı şeyhi Süleyman Bey Baba’nın Sultan II. Abdülhamid döneminde Muharrem ayında okuttuğu Hadikatü’s-süedâ cemiyetleri çok meşhurdu.

Bursa’daki dergâhın arsasında daha sonra Işıklar Askerî lisesinin ek binaları yapılmıştır.

Mevleviyye

Özellikle sema adı verilen zikirleri sebebiyle çok dikkat çeken ve Mevlanâ’ya nisbet edilen bu tarîkat da aktüalitesini her zaman koruyan tasavvufî yollardan biridir. Konya Mevlânâ Dergâhı arşivinde bulunan bir belgeye göre, bu asrın başlarında mevcut olan 52 Mevlevîhânenin dokuz tanesi bugünkü sınırlarımızın dışında kalmıştır: Girit, Halep, Kerkük, Sakız, Selanik, Siroz, Şam, Trablusşam ve Üsküp.[10]

Bursa Mevlevihanesi Ahmet Cunûnî Dede tarafından XVII. yüzyılın başında yapılmış ve aralıksız olarak 1925 yılına kadar gönül eğitimine devam etmiştir. 1950’li yıllarda yıkılıp su deposu yapılar dergâh, 2022 yılında yeniden kültür merkezi olarak hizmete girmiştir.

Bayrâmiyye

İstanbul’un fethinden önce Anadolu’da oluşmaya başlayan tarîkatlardan[11] son olarak Bayrâmiyye’ye temas etmek isti­yoruz. Somuncu Baba diye tanınan Hamîduddin-i Aksarayî’nin (ö. 1412) mürîdi, Emir Sultan’ın ise dostu olan Ankaralı Hacı Bayrâm-ı Velî büyük mutasavvıflar silsilesinin mühim şahsiyetlerinden biridir. Anadolu’da doğup yaşaması da ayrı bir özelliğidir.1430 yılın­da Ankara’da vefat eden Pîr’den bize bir-iki ilâhînin dışında bir eser intikal etmemiştir. O da eseri olmayan tarîkat pirlerindendir. Rivayete göre o, eser yazmaktan çok insanla meşgul olmayı tercih ederdi. Yetiştirdiği önemli şahsiyetler de bu görüşü desteklemektedir.

Hacı Bayrâm-ı Velî; Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî ve Şeyh Şâbân-ı Velî ile birlikte Anadolu’nun “aktâb-ı erbaa”sı (dört kutub) kabul edilir. Onun eli altında tasavvufî terbiyesini tamamlayan bazı sûfîlerin eser ve mürîdlerine kısaca işaret edilirse Osmanlı topraklarında var olan dinî ve tasavvufî hayattaki tesiri ve genişliği daha kolay anlaşılmış olur.

  1. Akşemseddin (ö. Göynük,1458): Devrinin meşhur tabiblerinden biri olan Akşemseddin’in en meşhur mürîdi Kayseri’de dergâh kuran İbrahim Tennûrî’dir (ö. Kayseri, 1482). 5059 beyitlik Gülzâr-ı Manevî, Tennûrî’nindir.[12]
  2. Bursalı Dede Ömer (ö. Göynük, 1475): Anadolu ve Rumeli’nin en canlı tasavvufî mekteplerinden biri olan Melâmiyye-i Bayrâmiyye’nin, bir diğer ifade ile ikinci devir melâmîliğinin pîridir.
  3. Eşrefoğlu Rûmî (ö. İznik, 1469): Yukarıda bahsi geçen Eşrefoğlu’nun ilk mürşidi Hacı Bayrâm-ı Velî’dir. Halifesi Abdurrahim-i Tirsî olup mürşidi gibi şairdir, Divan’ı vardır.
  4. Hızır Dede: Hayatının son yıllarını Bursa’da geçiren bu sûfînin bize en güzel yâdigârı Üftâde’dir (ö. Bursa, 1580). Üftâde daha sonra Aziz Mahmud Hüdâyî’yi yetiştirecek, böylece Celvetiyye tarîkatının kuruluş safhası başlayacaktır.
  5. Yazıcıoğlu Mehmed (ö. Gelibolu, 1451): Muhammediyye adlı Anadolu insanının -tabir caizse- başucu kitabının yazarıdır. 1449 yılında 9008 beyit olarak kaleme alınan bu eser Hz. Peygamber’i konu edinir. Osmanlı ülkesinde çok sevilen ve tutunan bu eser zamanla Mevlid gibi besteli olarak da “Muhammediyyehân” adı verilen kişilerce okunmuştur. Pek çok yazma nüshasının yanında 1845’te Kazan’da basılmasından sonra birçok defa tabedilmiştir. İsmail Hakkı Bursevî bu kitabı Ferâhu’r-Rûh adıyla şerhetmiştir.[13]
  6. Ahmed Bîcan (ö. Gelibolu, 1455): Muhammediyye yazarının kardeşi olan bu zât da Envâru’l-Âşıkîn adlı eserin sahibidir. İlk baskısı 1845’te İstanbul’da yapılan eserin Bulak ve Kazan baskıları da vardır. Daha ilginci şudur: Eser, 1624’te Janos Hazi tarafından Macarca’ya çevrilmiş ve basılmıştır.
  7. Akbıyık (ö. Bursa, 1455): II. Murad ile Kosova savaşında bulunan ve Fatih Sultan Mehmed’in de dostluğunu kazanan Akbıyık Ahmed Şemseddin, İstanbul’un fethine de katılmıştır. Bazı yazma mecmualarda rastlanan “Şems-i Huda” mahlâslı tasavvufî şiirlerin ona ait olduğu tahmin edilmektedir.
  8. Elvân Şîrâzî (ö. XV. yüzyıl): Şeyhinin tavsiyesi üzerine Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz (sır gülistanı) isimli eserini ilâvelerle Türkçe’ye çeviren bu sûfî hakkında fazla bilgimiz yoktur.
  9. Kızılca Bedreddin (ö. XV. yüzyıl): Bu zât da mürşidinin tavsiyesi üzerine Fahreddin-i Irakî’nin Lemaat adlı eserini Türkçe’ye kazandırmıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin mürîdlerine yaptırdığı bu tercümeler bize onun fikriyatı hakkında da ipuçları vermektedir. Birinci eser vahdet-i vücûdla ilgili 15 soruya verilen cevapları ihtiva etmektedir. İkincisi ise bir nevi Fusûsu’l-Hikem şerhidir.
  10. Şeyhî (ö. Kütahya, 1431): “Şeyhî” mahlâsını kendisine Hacı Bayrâm’ın verdiği ve hastalığı sırasında Çelebi Sultan Mehmed’i tedavi ederek özel hekimi olduğunu bildiğimiz meşhur şairin, Harnâme ve Husrev u Şirin isimli iki eseri günümüze ulaşmıştır.[14]

Bayramiyye bölümünü şu meşhur cümle ile tamamlamak uygun olacaktır:
“Osmanlı’da devletin hâmisi Hacı Bayram Veli, ordunun hâmisi Hacı Bektaş Veli’dir”

Şâzeliyye

Kuzey Afrika’da kurulup yaygınlaşan üç büyük tarîkattan biri de Şâzeliyye’dir. Fakat Şâzeliyye, Anadolu ve Rumeli topraklarında tanınma ve yayılma imkânı pek bulamamıştır. Zaman zaman bu topraklar Şâzelî şeyhlerle tanıştıysa da söz konusu tarîkatın teşkilât olarak tutunmasına zemin teşkil edememiştir. Kuzey Afrika’dan Bursa’ya gelen Şâzelîlerden biri de Ali b. Meymun Mağribî’dir. (ö. Şam, 1511)  Doğu İslâm dünyası ile batı İslam dünyasını karşılaştıran Beyânu Gurbeti’l-İslâm isimli eser onundur.

Emîr Abdülkâdir Cezâirî (ö. Şam, 1883)[15] ile İstiklâl harbimizin gönüllü kahramanlarından Ahmed Sunûsî de bir müddet Bursa’da yaşayan Kuzey Afrikalı derviş gazilerdendir.[16]

Tarikat Kolları

Ana tarîkatlara yukarıda temas edilmişti. Tarîkatların zaman içinde farklı coğrafyalarda oluşan kol ve şube diye isimlenen uzantıları vardır. Bursa ve İstanbul’un fethinden sonra birçok tarîkat daha tarih sahnesine çıkacaktır. Fakat bunlar, genellikle müstakil bir tarîkat olmaktan çok, daha önce kurulan tarîkatların kolları şeklinde var olacaklardır. Bunlardan Bursa’da tekkesi olanlar şunlardır:

1.Celvetiyye: Halvet’in zıddı celvet kelimesinden adını alan bu tarîkatın kurucusu olarak Aziz Mahmud Hüdâyî gösterilirse de pîr olarak Hüdâyî’nin şeyhi Üftâde’yi kabul etmek daha doğru olur. Üftâde’nin şeyhi Hızır Dede, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin mürîdi olduğu için Celvetiyye’yi Bayrâmiyye’nin bir kolu olarak kabul edenler de vardır.[17]. Üftade’nin sohbetlerini Vâkıât adıyla kaleme alan Hüdâyî’nin eseri ilk defe Türkçeye tercüme edilmiştir.

Uludağ’ın yamaçlarında bulunan Üftade tekkesi 2014 yılında onarılmıştır.

  1. Mısriyye: Niyâzi Mısrî’ye (ö. 1694) nisbet edilen bu tarîkat, Halvetiyye’nin koludur. Yâdigâr-ı Şemsî’­nin sahibi Mehmed Şemseddin Efendi, Ulucami’nin kıble tarafında, bugünkü PTT binasının yerinde bulunan Mısrî Dergâhı’nın son şeyhiydi.[18] Bursa tasavvuf kültürüyle ilgili mühim eserler kaleme almıştır. Bir kısmını dostlarımın ve Osmangazi Belediye’sinin desteğiyle birlikte yayınladık.
  2. Şâbâniyye: Halvetiyye’nin Cemâliyye kolunun bir şubesi olan ve Kas­tamonulu Şeyh Şâbân-ı Velî’ye (ö. Kastamonu, 1568) nisbet edilen bu tarîkatın Hindistan’dan Balkanlara uzanan bir çizgisi vardır. Bursa’daki tekkesi Setbaşı’ndan Namazgâh’a çıkan yolun solundadır.[19] Onarımdan sonra kültür menkezi olarak kullanılmaktadır.
  3. Gülşeniyye: Halvetiyye’nin kollarından olan ve Dede Ömer Rûşenî’­nin mürîdi İbrahim Gülşenî’ye (ö. Kahire 1533) nisbet edilen bu tarîkatın merkez tekkesi Mısır’daydı. Bursa’daki Gülşenî dergâhının varlığı, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si ile bilinmektedir.[20] Bu dergâhtan Ali Mest Edhemî’nin yeni yapılan mezar taşından başka bir iz yoktur.

Kitaplar

Dervişler için birinci derecede önemli olan, kendi şeyhinin veya tarîkatına mensup bir sûfînin kaleme aldığı eser veya eserlerdir. Fakat bazı eserler tarîkat içi tesirin ötesine geçerek bütün tarîkat muhitlerine girer. Mevlânâ, İbn Arabî, İbn Ataullah İskenderî’nin eserleri, Yunus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Nesimî ve Niyâzî-i Mısrî’nin dîvânları buna misaldir.  Tasavvufî konulara yer vermesi sebebiyle tekke muhitlerinde sevilen eserlerden biri de Garibnâme’dir. Âşık Paşa tarafından 1330 yılında yazılan 12.000 beyitlik bu eser dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuları işleyen Türkçe bir yâdigârdır. Edebiyat tarihçileri ve sosyologlar bu eseri, Osmanlı vahdetini hazırlayan eserlerin başında sayarlar. Bursa’da 1409 yılında Süleyman Çelebi tarafından yazılan Vesîletü’n-Necât adlı Mevlid’i de bu çok okunan eserler arasında saymak gerekir. Şu da ilave edilmeli ki, Mevlid’in en önemli kaynaklarından biri Garibnâme’dir. 1317’de Gülşehrî’nin tercüme ettiği Mantıku’t-Tayr da tasavvufî düşüncenin Anadolu’daki macerası ile yakından ilgilidir.

Bu düşüncenin yaygınlaşması ve sevilmesinde sûfîlerin fikir, düşünce ve biyografileri etrafında yazılan menâkıbnâmeler de mühim rol oynamışlardır.[21]

Söz konusu gelenek, Osmanlı döneminde de devam etmiş ve pek çok menâkıbnâme kaleme alınmıştır.

Genel olarak meşhur sûfiler için bir menâkıbnâme yazılmış, bazen sûfînin şöhretine göre bu rakam yükselmiştir. Bunun tipik örneklerinden biri Emîr Sultan’dır. Onun için Yahya b. Bahşî, Zeynelabidin b. Kâsım, Nimetullah Efendi, Mehmed Şevkî, Hüsameddin Bursevî ve Senayî Çelebi tarafından altı ayrı eser yazılmıştır. Zaif mahlaslı şairin 1490 tarihinde yazdığı Mecmeu’l-envâr isimli Mevlid’in mühim bir bölümünü Emir Sultan’a tahsis etmiştir.[22] Üftâde için dört ayrı menâkıb kitabı vardır. Bu gelenek, günümüzde adı menâkıbnâme olmasa da devam etmektedir.

Derviş-kitap konusunu şöyle bağlayalım: Bursa Vefeyatnâmeleri olarak bilinen ve bu şehrin din, tasavvuf ve kültür dünyasına ışık tutan eserler zincirini de dervişler tamamlamıştır. Bu yolun son temsilcisi Şemseddin Ulusoy’dur. Onun Yadigâr-ı Şemsî isimli eseri Bursa tekkelerini, dolayısıyla bu şehrin tasavvuf kültürünü geniş bir şekilde ele alıp tanıtan mühim bir bergüzârdır.

Dinî ve Tasavvufî Cemaatler

Âşık Paşazâde’den beri (ö.1481) Anadolu’daki seyyah dinî ve tasavvufî cemaatler dört ana grupta toplanmaktadır.

  1. Gâziyân-ı Rûm,
  2. Ahîyân-ı Rûm,
  3. Bâcıyân-ı Rûm,
  4. Abdalân-ı Rûm.

Açıkça görüldüğü gibi bu tasnif, tarîkatlara göre bir tasnif değildir. Selçuklu öncesi dönemlerde de kullanılan ahi kelimesinin Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında da kullanıldığını görmekteyiz. Bursa’da fetihten hemen sonra kurulan tekkelerin Ahî Ali, Ahî Hasan, Ahî Hoca, Ahî Kirdeci, Ahî Mahmud, Ahî Şemseddin gibi isimler taşıması da bu gerçeğe işaret etmektedir.

Nâsırî’nin Fütüvvetnâme’sine göre Ahî tekkesinde şu hususlara dikkat edilmelidir:

  1. Her tarafı Kâbe gibi açık olmalı, görünümü güzel olmalıdır;
  2. Ay ve güneş gibi aydınlık olmalı, bütün duvarlar beyaz renkli olmalıdır;
  3. Silinip süpürülmeli, temiz tutulmalıdır;
  4. Zararlı hayvanların içeri girmemesi için kapıcısı olmalıdır;
  5. Kilim yahut keçe ile döşenmeli, mali durum iyi ise Kıbrıs halısı dahi kullanmak caizdir;
  6. Kapıya perde takılmamalıdır, çünkü bu kibir ve ululuk alâmetidir;
  7. Tekkede kadın oturmamalıdır, töhmete sebep olabilir;
  8. Tatlı ve güleryüzlü kişilerin sohbet etmeleri gerekir;
  9. Havuzu olmalıdır;
  10. Temiz erler konuk edilmelidir ki sohbet mübah olsun.[23]

Ahi tekkeleri ile tasavvuf, tasavvuf ile iktisadî hayat arasında kurulan güçlü bağ, “bir hırka bir lokma” anlayışının yanlış anlaşıldığını/anlatıldığını göstermektedir.

Bâtınî Zümreler

XIII. ve XIV. yüzyıllarda Anadolu’da/Bursa’da yaşayan tasavvufî cemaat ve tarîkat zümrelerine daha yakından bakıldığında tespit edilebilen bir durum da şudur: Bazan Kalenderî, Hayderî bazan Yesevî, Babaî bazan da Vefâî, Hurûfî gibi isimlerle anılan tarîkat zümrelerinde her zaman tam bir dinî hassasiyete rastlanmaz. Eski İran ve Türk kültürünün yanında İslâm kültürü ve tasavvufî hayatın bir sentezi olan bu zümrelere Bâtınî ve Karmatî hareketler de ilâve edilirse bu dönem daha iyi anlaşılabilir ve Nizamülmülk’ün Siyasetnâme isimli eserinde bunlarla ilgili olarak söylediklerine hak verilebilir.[24]

Babaîler-Vefâîler

Osmanlılar, Bursa’daki kozasını örmeye başladığı yıllarda Anadolu topraklarında varlığını sürdüren tasavvufî cemaatlerden biri de Babaîlerdi. Baba İlyas-ı Horasanî’ye (ö. 1240) nisbet edilen bu topluluk, Babaîler hareketiyle birlikte meşhur olmuştur. Anadolu’ya gelen Türkmenlerin dinî hayatı açısından önemli olan Babaîlerin pîri Baba İlyas’ın Ebu’l-Vefâ Bağdadî’ye (ö. 1107) nisbet edilen Vefâiyye’ye mensup olduğu bilinmektedir.

Doğu’dan Batı’ya göç eden yarı göçebe Türkmen toplulukları arasında yaygınlaşan bu tasavvufî zümrelerde dinî hayatın bütün boyutlarıyla yaşandığını düşünmek pek gerçekçi olamamaktadır. Kitleler yerleşik hayata geçtikçe, tekke, medrese ve camiler kurulup yayıldıkça söz konusu eksiklikler belli nisbette giderilmiş, daha sıhhatli bir dinî hayat için gerekli olan şartlar topluma sunulmuştur. Dolayısıyla bu konular tartışılırken “soğukkanlı” olmak gerekir.

Konu ile ilgili en eski kaynak Baba İlyas’ın torunlarından Elvân Çelebi’nin 1333 tarihinde kaleme aldığı Menâkıbu’l-Kudsiyye adlı eserdir.[25]

Zâviyeler

1071’den önce ve sonra bağımsız tarîkat zümreleri halinde Anadolu’ya giren dervişlerin zamanla yukarıda söz konusu edilen büyük sûfîlerin etrafında toplanmaya başlamaları ile tarîkatlar oluşmaya başlamıştı. Tarîkat ve tasavvufî hayatın ayrılmaz bir parçası olan tekke ve zâviyelerin kuruluşu da bu faaliyetlerle birlikte gerçekleşmeye başlamıştı. Yalnız şu hususu ifade etmek gerekir ki, bu dönem zâviyeleri ile XVI. asırdan sonra kurulup gelişen tekke ve zâviyeler arasında mühim bir fark vardır. Zâviyeler ilk dönemlerde tasavvufî özelliğinin yanında daha çok sosyal hizmet ve sosyal güvenlik merkezi görevini üstlenmiştir. Bu müesseselerin işleyiş tarzı ile ilgili arşiv belgeleri takip edildiği zaman söz konusu gerçeği bütün açıklığıyla görmek mümkündür. [26]

    Erguvan Şenlikleri

     Bursa’da Emirsultan tekkesinde erguvan çiçeklerinin açtığı mevsimde kutlanan bir nevi bahar şenliğidir. Civar il ve ilçelerden gelen misafirlerle birlikte birkaç gün süren bu şenlik zamanla genişlemiş misafirler her gece ayrı bir tekkede kalarak zikr u tesbih ve sohbetlerle farklı bir atmosfer yaşanmıştır. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlatılan bu şenlik Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir isimli eserinin Bursa bölümünü de renklendirmiştir.

Anadolu’nun fethi ile birlikte dervişlerde görülen bu canlılık ve sosyal hayatın her sahasına uzanma gayreti, zamanla değişime uğramış; tekkeler yer yer ve zaman zaman içe dönük, iç murakabe ve muhasebeye önem veren bir çizgiyi takip etmeye başlamışlardır. Bunu Fâtih’in vakfiyesinde yer alan Kalenderhâne adlı dergâhla ilgili ifadeler desteklemektedir. Artık derviş deyince köşesine ve kabuğuna çekilmiş insan tipi de anlaşılmaktadır: “Ba’de zalik ol salik-i ahsen-i mesalik maye-i muhteşemi hikmet-i dervişânesi mucebince taife-i dervişandan alayiş-i dünya-yı bî-bekadan tiğ-ı tecrid ile kat-ı rişte-i ümmid edip ankebut-var her biri bir kuşede kanaat ihtiyar edip, gavgay-ı melâhîyi zikr-i ilâhîye tebdil ve came-i al-i izz u ikbâli bir siyeh şale tahvil eden fukaray-ı muhteremenin zümresine dahi…”[27]

Son söz olarak şu söylenebilir: Tasavvufî hayat ve düşünce, gönül eğitimini esas almakla birlikte insanın dinlenme hayatına varıncaya kadar geniş bir alana uzanmış ve toplumu belli konularda yönlendirmiştir. İnsan psikolojisinin renkliliği gibi tasavvuf psikolojisinin de çok renkli tarafları vardır. Bunun için tasavvuf, tarîkat ve dervişler hakkında genelleme yapmak isteyenler bu farklılık, çeşitlilik ve değişiklikleri dikkate almalı, tahlil ve tenkidlerini bu esaslara göre yapmalıdır diye düşünüyoruz. Aksi halde ilmi gerçekler, konjonktürel şartlara kurban edilmiş olur. Akademisyenlerin en zor imtihanlarından biri, tarihî gerçekleri kendisinin veya yöneticilerin arzularına göre yorumlayarak makam-mansıb elde etmesi, bir başka ifade ile ilmî şahsiyetini şan-şöhretle takas etmesidir.  Keçecizâde’nin söylediği “müdâhane-i âlimân” hastalığı da budur.

NETİCE: KÜLTÜR HAYATINA NE KATTI?

Evet, Bursa’da yetişen sûfîler, onların elleriyle kurulan tekkeler ve irşadlarıyla eğitilen dervişler maddi-manevî kültür hayatına ne kattı? şeklindeki bir soruya kısaca şu maddelerle cevap verilebilir.

  1. Şiir ve musikî kültür hayatının iki temel unsurudur. Hem edebiyat tarihimiz hem de musikî tarihimiz, dervişlerin güfte ve besteleriyle, ses ve nefesleriyle doludur. En büyük şairimiz de en büyük bestekârımız bu kurumun mührünü taşır. Çünkü tekkeler bu toplumun aynı zamanda “Güzel Sanatlar Fakültesi” dir.
  2. Şu anda Bursa Yazma Eserler Kütüphanesinde bulunan eserlerin büyük bir çoğunluğu 1925 tarihinde kapatılan tekkelerden gelen kitaplardan oluşmaktadır. Çünkü her tekkenin bir kütüphanesi vardı ve bu kitaplar bütün ilim dallarıyla ilgiliydi.[28] Ayrıca müellif tekke şeyhleri olmasaydı Bursa kültür tarihi araştırmaları çok kısır kalacak ve bugünkü seviyesine ulaşamayacaktı.
  3. Kandil geceleri başta olmak üzere mübarek gün ve gecelerde bu mekânlarda yapılan toplantı ve törenler, dinleyicilere lahutî duygular yaşatmış, bazen Erguvan şenliklerinde bahar şarkıları ile coşmuş, bazen Mirâciyye ile manevî yükselişler hissetmiş, bazen de 10 Muharrem ilahileriyle Kerbela şehitlerine ağlamıştır.
  4. Bazı tekke şeyhleri Arapça tasavvuf klasiklerini, bazıları Farsça tasavvuf klasiklerini okuyarak/okutarak medeniyetimizin iki ana diline hâkim olmanın yollarını açmış, yaptıkları ve yaptırdıkları tercümelerle talip olanlara yeni ve geniş ufuklar göstermişlerdir.
  5. Tekkeler yanlış olarak sadece ibadet, zikir ve sohbet yeri zannedilir. Onun bir sosyal güvenlik, bir iâşe ve ibâte merkezi olduğu unutulur. Toplumun fakir ve kimsesizleri karınlarını camide ve medresede değil tekkede doyururlar. Onun için tekke yemekleri tatlı bir araştırma konusu olduğu gibi, tekke kıyafetleri de bu alanın en renkli sanat eserlerini kültür ve kıyafet tarihine armağan etmiştir[29].
  6. Ahiler tekkesi iktisadî hayatla, Okçular / Güreşciler tekkesi spor dünyası ile Miskinler tekkesi sağlık kurumlarıyla irtibatlıdır. Hindiler / Özbekler / Afganlar Tekkesi de gönül coğrafyamızın uluslararası yolcularına gönlünü ve kapısını her zaman sonuna kadar açık tutmuştur.

Kaynakça

[1] Geniş bilgi için bk. M. Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa, 2012.

[2]   Zebidî, İkdu’l-Cevher, 101; İthafu’l-Asfiya, 255-256. Harîrîzâde, Tibyânu Vesâili’l-Hakâik, Süleymaniye Ktp. Fâtih Kit. Nu. 430, I/71b-72a; III/78a.

[3]   H. Adnan Erzi, “Bursa’da İshakî Dervişlerine Mahsus Zâviyenin Vakfiyesi”, VD, II/423-429.

[4]   Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, Kit. nu: 2429. Farsçası Konya Mevlânâ Müzesi’ndedir. Şevkî Çelebi, Menâkıb-ı Kâzerûnî, Nşr. Fatih Bayram, İstanbul 2017. Nşr. Fatih Bayram, İstanbul 2016.

[5]   Nşr. Cihan Okuyucu, Kayseri, 1996. Bu eserde verilen bilgileri F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı meşhur eserinde kullanmıştır. Ayrıca bkz. Mustafa Kara, Buhara Bursa Bosna, İstanbul 2012.

[6]   Bkz. Nefehâtu’l-Üns, İstanbul 1291, s. 461; Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşbend, İstanbul 2002.

[7]   Geniş bilgi için bkz. Berin Taşan, Abdurrahim Rumî, İzmir 1975; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000; Abdürrezzak Tek, Abdüllatîf Kudsî, Bursa 2007.

[8]   Necmeddin-i Kübrâ’nın Fevâihu’l-Cemâl ile Risâle ile’l-Hâim adlı eseri tarafımızdan tercüme edilerek Usûlü’l-Aşere Şerhi ile birlikte basılmıştır. Tasavvufî Hayat, İstanbul 1980. Ayrıca bkz. Mehmet Okuyan, Necmuddîn Dâye ve Tasavvufî Tefsiri, İstanbul 2001.

[9]   Salih Çift, Bursa’da Bektâşî Kültürü ve Ramazan Baba Dergâhı, UÜ SBE, basılmamış yüksek lisans tezi, Bursa 1995.

[10]  Bkz. İÜ İFM, XVII/165.

[11]  Geniş bilgi için bkz. Fuad Bayramoğlu, Hacı Bayrâm-ı Velî, I-II, Ankara 1978.

[12]  Nşr. Rıza Akbulut-Ramazan Yıldız, İstanbul 1978. Akşemseddin’le ilgili en geniş araştırma Ali İhsan Yurd’a aittir. Akşemseddin Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1994.

[13]  Bursevî, Ferâhu’r-Rûh, hazırlayan: Mustafa Utku, Uludağ Yayınları, I-X, Bursa 2000-2010.

[14]  Şeyhî’nin adı geçen iki eseri Faruk Kadri Timurtaş tarafından neşredilmiştir.

[15] 2012 yılında Bursa’da kendisiyle ilgili bir sempozyum yapılmıştır.

[16]  Geniş bilgi için bk. Ramazan Muslu, Emir Abdülkadir Cezâirî, İstanbul 2011;  A. Kavas, “Senusîyye”, DİA, XXXVI/536.

[17]  Geniş bilgi için bkz. H. Kâmil Yılmaz, Aziz MahmudHüdâyî ve CelvetiyyeTarîkatı, İstanbul 1981; Mustafa Bahadıroğlu, Celvetiyye’ninPîri Hazret-i Üftâde, Bursa 1995.

[18]  Niyâzî-i Mısrî için bkz. Abdülbâkî Gölpınarlı, ŞM, sy. VII.; Mehmed Şemseddin, Bursa Dergâhları Yâdigâr-ı Şemsî I-II, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa 1997, s. 519 vd.; Mustafa Kara, Niyâzî-i Mısrî, Ankara 1994.

[19]  Nihal Yazar, Halvetîliğin Şâbâniyye Kolu Menâkıb-ı Şâbân-ı Velî ve Türbenâme, Ankara1985; Mehmet Dumlu, Batmayan Güneş Devam Eden Gölgeler, İstanbul 2000.

[20]  Muhyî-yi Gülşenî, Menâkıb-ı İbrahim Gülşenî, nşr. T. Yazıcı, Ankara 1982; Mustafa Kara, DİA, “Gülşeniyye”, IV/257-259; Himmet Konur, İbrahim Gülşenî Hayatı, Eserleri, Tarîkatı, İstanbul, 2000.

[21]  A. Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, Ankara 1984; a. mlf., Bektâşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983.

[22] Bk. M. Fatih Köksal, Mevlidnâme, Ankara, 2011

[23]  A. Gölpınarlı, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynakları”, İÜ İFM,c. XI, 339.

[24]  Bk. Age.

[25]  Nşr. İ. Erünsal-A. Yaşar Ocak, İstanbul 1985. Bu neşirle ilgili tenkid için bkz. Mertol Tulum, Tarihî Metin Çalışmalarında Usûl, İstanbul 2000.

[26]  Geniş bilgi için bkz. Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri”,VD II; a.mlf. Hüdâvendigâr Livâsı Tahrir Defterleri; A. Yaşar Ocak, “Zâviyeler”, VD XII/297; Mustafa Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, İstanbul 1980.

[27] Kemal Edib Kürkçüoğlu, Fâtih Mehmet II Vakfiyeleri, Ankara 1938, 259-260. Tarîkatlar hakkında genel bilgi için bkz. Reşat Öngören, “Tarîkat”, DİA, XL/95-105. Keşkül dergisi, muhtelif sayılar. Bursa tasavvuf kültürüne bazı görsel malzemelerle bakış için bkz. M. Kara, Bursa’da Kırklar Meclisi, Bursa 2011.

[28] Geniş bilgi için bk. M. Kara, Kalem Kitap Kütüphane, Bursa 2019. S. 20-25

[29] Bu konunun temel eseri Nurhan Atasoy’a aittir: Derviş Çeyizi.

Önceki İçerikŞiir ve Tarih
Sonraki İçerikBizim Evin Hâlleri: Alışveriş Savaşları
1951’de Rize’de doğdu. 1970’de İstanbul İmam Hatip Okulu’nu, 1974’de Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi. Şebinkarahisar ve İspir Liselerinde öğretmenlik yaptı. 1977’de Bursa Yüksek İslam Enstitüsü Tasavvuf Tarihi asistanlığına atandı. 1983’de doktor, 1989’da doçent, 1994’de profesör oldu. BUÜ İlahiyat Fakültesi Tasavvuf bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Kara, 2019 yılında emekli oldu. İlk eseri Tekkeler ve Zaviyeler ile Türkiye Milli Kültür Vakfı, Günümüz Tasavvuf Hareketleri adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği ödülünü aldı. Dört çocuğu, yedi torunu vardır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here